Kendi düşünce ve inançlarına karşıt olan düşünce ve inançlara katlanma, onlara tepki göstermeme davranışı hoşgörü olarak tanımlanıyor.
Hoşgörüye eskiden ‘‘müsamaha’’ denirdi. Hoşgörü (tolerans) düşüncesinin kökeninde dinsel bir gereksinim var: Bir dinin çeşitli mezhepleri arasında ya da çeşitli dinler arasında çıkan kavgalarda ve daha sonra dinin bilime baskısı karşısında taraflardan birini, daha doğrusu zayıf olan tarafı korumak gereksiniminin sonucu ortaya çıkmış.
*
Hoşgörü, bir felsefi kavram olarak XV.yüzyılda ortaya çıkmış, XVIII. yüzyılın bilgin ve düşünürleri tarafından bilimsel ve felsefi düşünce özgürlüğü bağlamında kullanılmış. Kavramı ünlendiren XVI. yüzyılın ilk yıllarında ünlü Ütopya'nın yazarı Thomas More'dur. More'a göre, ütopyalar çeşitli dinlere bağlı olabilirler. Birbirlerini hoşgörmek, birbirlerine saygı göstermek zorundadırlar. Bir dinin ötekine üstünlüğünü savunmak, herhangi bir dini küçümsemek yasaktır.
Dinsel hoşgörü, Ortaçağ karanlığından sıyrılan Avrupa'nın ilk kez karşılaştığı yepyeni bir düşüncedir. XVI. yüzyıl için ileri bir adımdır ama insanların bilimsel bir anlayışta birleşemeyecekleri düşüncesine dayandığı için temelleri sağlam değildir. Öte yandan hoşgörüyü eleştirel bir bağlamda da değerlendirmemiz gerekir: Bilgi, bilgisizliği hoşgörmek zorunda mıdır?
Başka bir soru: Dinsel bağlamda bir erdem olarak kabul edilebilecek hoşgörü, sınırları genişletildiği zaman aynı niteliğini sürdürebilir mi?
*
Hoşgörü kavramına bir başta açıdan itiraz edeceğim: Hoşgörü kavramı XV-XVI. yüzyıllarda ortaya çıkmış. Yani teokrasi ve monarşinin egemen olduğu toplumda. Hukuksal dayanaklardan yoksun hakların, bireylere ve toplum katmanlarına kilise ve monarşi tarafından bağışlandığı bir toplumda. Yani taraflar arasında bir güç dengesi yok; biri güçlü, öteki güçsüz. Güçlü olan, güçsüz olanı hoşgörüyor. Ve bu ilişkinin tersi, güçsüzün güçlüyü hoşgörmesi olanaksız.
Bu bakımdan değerlendirecek olursak: Demokrasi çağında hoşgörünün miádı dolmuştur, demokratik toplumun yarattığı zihinsel yapıya uygun bir erdem değildir. Demokrasilerde, hoşgörünün yerini hukuki ve yasal dayanakları olan ‘‘hak’’ kavramı almıştır. Alması gerekir. Ama hálá hoşgörünün bir erdem olduğu sanılmakta.
*
Rahmetli dostum Ali Özoğuz ‘‘Sezar'ın hakkını bana verin, Sezar nasıl olsa kendi hakkınıalır’’ derdi.‘‘Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya’’diyen İncil (Matta, 22:21) de demokratik bir hak dağıtımı yapmamaktadır. Yani Ali'nin hakkı söz konusu bile değildir.
Başa dönelim: Hoşgören ile hoşgörülen arasında derin bir eşitsizlik vardır. Hoşgörülenin iyiliği, güvenliği, mutluluğu hoşgörenin keyfine bağlıdır. Hoşgören hoşgörmekten vazgeçerse ne olacak? Hoşgörüsüz olmayın demiyorum, ama bir işçi patronunu hoşgörmek hakkına sahip midir?
Demokrasi çağında artık hoşgörüyü unutup haklara saygıyı öğrenmeliyiz. Lütfen beni hoşgörmeyin, ama hakkım olanı adaletin terazisiyle ölçerek verin. Lütfen beni hoşgörmeyin, ama anlayın ve değerlendirin beni. Uzlaşma ve barışın kaynağı, haklar arasındaki ádil dengedir, bu yüce dengededir.