BUGÜN gene tehlikeli sözcüklerden söz edeceğim. Sözcüklerin politikacıların ağzında nasıl dinamitleştiğini bugün ve yarın göstermeye çalışacağım.
27 Aralık 2005 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’nde Demokratik Toplum Partisi’nin eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk ile yapılan bir söyleşi yayınlandı. Eşbaşkanların bu söyleşide söylediği iki cümleyi aktaracağım:
AHMET TÜRK: "Her halkın kendi kaderini belirleme hakkı vardır. Kürtlerin yüzde 90’ı, 95’i Türk halkı ile birlikte ortak bir gelecek kurma inancında, öyle bir arayışın içinde; bu nedenle Türkiye’yi bölme, parçalama, ayrı bir devlet, yapı oluşturma gibi bir hevesimiz yok."
AYSEL TUĞLUK: "Şu anda Kürtlerin ortaya koyduğu bir tercih var. Bu tercih nedir? Türkiye’nin bölünmesi konumunda bir tercih değil sadece ortak vatandaş kimliği ve kültürüyle eşit haklara sahip özgürce yaşamak istiyorum diyor."
SORULMAYAN SORULAR
Türkiye’de söyleşi sanatı bilinmiyor. Söyleşi yapan gazeteci, önceden hazırladığı soruları birbirinden bağımsız olarak soruyor, muhatabı canı ne isterse söylüyor, ama gazeteci yanıtları değerlendirip söyleşiyi oradan sürdürmüyor.
Söyleşiyi yapan kişi, Ahmet Türk’e sormalıydı: "Her halkın kendi kaderini belirleme hakkı ne demek?" Aysel Tuğluk’a sormalıydı: "Ortak vatandaş kimliği ne demek, böyle bir kimlik var mı?"
Söyleşiyi yapan kişi, bu cümlelerin ne anlama geldiğini bilemediği için Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk hiç kuşku duymadan üniter devlete karşı olmadıklarını söylüyorlar.
LENİN’İN TEZİ
"Halkların ya da ulusların kendi kaderini tayin hakkı" cümlesi, beni iki kaynağa gönderiyor: Lenin ve ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson.
Vladimir İliç Lenin’in, "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" adlı bir kitabı var. Ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı. Bu hak herhangi bir bağlamda değil, devrimci hareket içinde geçerli. Lenin’in bu tezi kendi yönetiminde ve daha sonra Sovyetler Birliği’nde gerçekleşmedi. Buna karşılık Rusça, bütün Sovyet cumhuriyetlerinde resmi dil oldu.
WILSON’UN TEZİ
Thomas Woodrow Wilson, 1919 yılında Barış Konferansı için Paris’e gelirken çantasında "Wilson Prensipleri" de denen "On dört madde"si vardı. Wilson on dört prensip ile parçalanmış Avrupa’yı, dağılmış Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu, parçaladıkları Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden biçip dikmek istiyordu. On dört maddeden biri de "Kendi Kaderini Tayin Hakkı" idi. Kendi Dışişleri Bakanı Lansing’e göre, Wilson’ın bu sözü söylemesi bile talihsizlikti. "Asla yerine getirilemeyecek umutlar doğuracak. Korkarım binlerce hayata mal olacak" diyordu.
VE PETROL!
Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladılar, petrol sahalarını paylaştılar. Böylece uluslar kendi kaderlerini tayin etmiş (!) oldu. Tıpkı günümüz Irak’ında olduğu gibi.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, hem federasyonu hem de bağımsız devleti içerir. Parti yöneticileri, anlamını bilmedikleri cafcaflı kavramlardan uzak durmalıdır.