ORHAN Duru halamın oğlu değildi ama ben ona "Halamoğlu" derdim. O da bana "Emmioğlu" derdi.
Tanışmamızın belirgin bir gün ve görüntüsünü anımsamıyorum. Ama hep var: Pazar Postası’yla var, Muzaffer Erdost’la var, İlhan Berk’le var; Kızılay’ın Ataç Sokağı’ndaki o bahçe içindeki küçük müştemilat evde var. 1956 ile 1960 arasında bir tarihte, aynı klanın içinde buluştuk. Düşünüyorum da, hastalığı boyunca hep yanında olan Murat Katoğlu tanıştırmış olabilir bizi.
27 Ocak 2009 Salı günü, Aşiyan’da toprağa verdiğimiz Orhan Duru (1933) Cumhuriyet edebiyatımızın en has birkaç yazarından biriydi. Ölümünden sonra yapıtı kendi başına büyüyecek ender yazarlardan biri. Çünkü onu okumak, dil simyasını çözüp anlamak, yarattığı ayrıksı evren ile iletişim kurmak için normal insan ömrü yetmez!
* * *
İlk öykü kitabı "Bırakılmış Biri"ni bana 4 Nisan 1959 günü imzaladığına göre, tanışmamız o tarihten önce. Ankara’nın Türk edebiyatının başkenti olduğu o görkemli dönem.
Orhan, bana imzaladığı "Bırakılmış Biri"ni bir kez de 1977’de sevip arkadaş saydığı oğlum Tan’a imzalamış. Tan o zaman 13 yaşındaydı ve "Bırakılmış Biri"ni yerlere yatarak onlarca kez okumuştu. "Bırakılmış Biri"ni Tanbey’in izinden giderek 18 yıl sonra bir kez daha okumuştum. Eşi benzeri olmayan bir başyapıt. Orhan 26 yaşındayken yayınlanmış. Demek ki 23, 24, 25 yaşlarında yazmış. Zamanına göre, bir öykü yazarı için çok genç bir yaş. O yaşlarda iyi şair olunabilir ama öykü yazarı olmak çok zor. Ama nedense bizim kuşağın, 1930-1936 doğumlu 50 kuşağının şair ve öykücüleri 30 yaşlarından önce varolmayı başarmışlardır.
Orhan Duru’nun ilk kitabı "Bırakılmış Biri"ni, Muzaffer Erdost "Açık Oturum Yayınları"nda yayınlamıştı. Yayınevinin 3 numaralı kitabı. Ondan önce, Henri Alleg’in "La Question"u ve Turgut Uyar’ın "Dünyanın En Güzel Arabistan"ı yayınlanmıştı. Dördüncü kitap Ece Ayhan’ın "Kınar Hanım’ın Denizleri"dir.
* * *
Şimdi yazarken ikinci kitabı "Denge Uzmanı" ile büyük bir aşama yaptığını anımsadım. Kitaplıkta aradım, bulamadım. Tanbey, Boston’a götürmüş olmalı. Bulamadım.
"Science-fiction"un karşılığı olarak kullanılan "Bilimkurgu" sözcüğünün patenti Orhan Duru’ya aittir. İlk yazılarından itibaren öykülerine bu bilimkurgu yapısı ile birlikte "gerçekleşebilir mucizeler" de girmiştir.
"Gerçekleşebilir mucizeler" dedim de aklıma geldi. Orhan Duru 1956’da AÜ Veteriner Fakültesi’ni bitirmiş, veteriner olmuştu. 27 Mayıs 1960’ta askeri devriminde Veteriner Fakültesi’nde asistan idi. Milli Birlik Komitesi, 28 Ekim 1960 günlü ve 10641 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 14 sayılı yasa ile 147 öğretim üyesinin üniversitedeki görevlerine son verdi. Bu 147’lerin 147’incisi genç asistan Orhan Duru’ydu. 147’ler olayı ne yazık ki 27 Mayıs’ın karnesindeki "en zayıf not"lardan biridir. Muzaffer Karan komünistlerin temizlendiğini söylerken, Alparslan Türkeş bu tasfiyede öteki öğretim üyelerinin tavsiyelerinin etkili olduğunu söyler. İhbarcılıktır ki fahişelik kadar eski bir meslek!
Orhan bir daha üniversiteye geri dönmedi. Böylece büyük yazar Orhan Duru oldu.
Sezer’in eşi, Ülkü’nin abisi, İştar’ın kaynı, Tezer Özlü ile Demir Özlü’nün enişteleri, Deniz’in teyzesinin kocası, Güner Sümer’in bacanağı; benim de Halamoğlu idi!..
Bir de bir zamanlar Muğla’da yaşayan bir ağabeyi vardı, tanımıştım...