Eleştirdiğim anlayış tam anlamıyla bir ‘Altı kaval üstü şeşhane (Şişhane)’ durumu. Kaval, namlusu yivsiz tüfek; şeşhane ise içi altı köşeli, namlusu yivli tüfek. Durum anlaşılmıştır!
Kimileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için doksan dokuz parende attılar, atıyorlar. Her türlü karşılığı olmayan ödünün verilmesini istediler, istiyorlar. Avrupa Birliği’ne girme yolunda aceleci tavırlarıyla yeri göğü inlettiler, inletiyorlar.
Hedef Avrupa Birliği idi, Avrupa Birliği! O halde, her ne pahasına olursa olsun gereken ve gerekmeyen yapılmalıydı, yapılmalı... Háttá KKTC, Kıbrıs Rum kesiminin en küçük adım atmasını beklemeden Annan Plánı’nın gereklerini yerine getirmeli(ydi).
Hiza ve istikamete Kıbrıs ve AB ekseninden baktığımıza göre, uyum yasaları birer birer çıkartıldığına göre, Türkiye’nin bütün kurumlarının AB normlarının parantezine alınması gerekmez mi, Kopenhag kriterleri Türkiye için mihenk taşı olmalı, değil mi?
Hayır, değil! Özellikle Türkiye’nin eğitim ve öğretim planlaması yapılırken, böyle bir şey gerekli değil! Örneğin, bu kimilerine göre her konuda AB’ye uyum sağlamak zorunda olan Türkiye, özellikle din eğitim ve öğretimi konusunda kendine ABD’yi örnek seçmeli!
HALK İSTİYOR NE DEMEK?
İşte benim ‘Altı kaval, üstü şeşhane!’ olarak tanımladığım durum!
Bana sakın kimse Toplum Mühendisliği’nden söz etmesin! Bütün kurumlar, yani aile, yasalar, anayasa, devlet, gelenek ve görenekler, muhafazakarlık ve liberallik, bunların hepsi toplum mühendisliğidir! Bir devletin varoluş cevheri (nedeni), Frenklerin deyimiyle ‘Raison d’ˆtre’i ülkenin rejimine, yönetim biçimine ve anayasasının içeriğine karar verir. Ülkenin bütün kurum ve kuruluşları hiza ve istikametlerine buradan bakarlar.
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti’ olduğu yazılıdır. Ve bu madde değişmezlik niteliğine sahiptir. O halde, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim-öğretim sisteminin felsefesi bu maddeye uygun olacaktır. Zaten Öğrenim Birliği Yasası da Anayası’nın 2. maddesinin eğitim ve öğrenim alanındaki öncüsü kimliğindedir.
Bağlayayım: Tersi ileri sürülür ama ‘Halk böyle istiyor; halk böyle istemiyor!’ varsayımlarının demokrasiyle uzak-yakın ilişkisi bulunmamaktadır. Çünkü ‘Halk böyleistiyor!’ varsayımı gelip ‘Halk hilafet istiyor!’a dayanır.
Bu nedenlede ‘İmam hatipler memleketin imam ihtiyacına değil, milletin bir kısmının din ağırlıklı eğitim talebine cevap veriyor!’ düşüncesi, kendini ne sanırsa sansın, yasal dayanağı olmayan zorbalıktan başka bir şey değildir!
Değildir, çünkü ‘Din ağırlıklı’ bir eğitim Anayasa’nın 2, 42, 174 maddelerine aykırıdır. Bu bağlamda ‘Dünyanın her yerinde’ safsatasını da ciddiye almak mümkün değil. Çünkü, ‘Dinağırlıklı eğitim’ eğitim ve öğretimin din kuralları esasına oturtulması demektir ki bu da AB kriter ve uygulamalarına aykırıdır. Ama murat vatandaşın dinini öğrenmesi ise o başka. Onun da çağdaş, demokratik, laik ve bireysel bir yöntemi olmalı. Bu nedenle, din ağırlıklı eğitim-öğretim istemenin kökeninde rejim değişikliği hülyaları vardır.
MİLLİ GÖRÜŞ HAYALİ
Milli Eğitim Bakanı, 7 Mayıs 2004 günü, CNN Televizyonu’nun Editör programına katıldı ve çıkartmak istedikleri yasayı savundu. Aslında herhangi bir şeyi savunmadı, eğrilerle doğruları, gerçeklerle takıyyeleri bilinçli bir şekilde birbirine karıştırdı. Avrupa Birliği ülkelerinin eğitim sistemleriyle ilgili olarak ileri sürdüklerinin tek cümlesinin bile gerçeklerle ilgisi yoktu. Sonunda baklayı ağzından çıkartıp ‘Zaten İHL mezunlarının imam olmaları gerekmiyor!’ buyurdu. Bu ne demek?
Öğrenim Birliği Yasası’na göre özel amaçlı bir okul olan İHL imam-hatip ve dini hizmet görevlisi yetiştirmiyorsa, o zaman bu okulları kapatın ve Avrupa Birliği ülkelerinde kabul edilmiş yöntemi uygulayın! Yoksa Avrupa Birliği’ne girme girişiminde samimi değil misiniz?
Belki de bütün klasik liseleri İmam-Hatipleştirerek, Milli Görüş’ün eğitim-öğretim ve meslekleri dinselleştirmek hayalini gerçekleştirmeyi amaçlıyorsunuz.
Belki de Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin silahlı kuvvetlerini karşı karşıya getirmek istiyorsunuz!