Paylaş
TÜRK TELEKOM özelleştirilecek. Yıllardır siyasi iktidarlar yapmadı. Dananın kuyruğu kopma noktasına gelince düğmeye basıldı. Hem IMF'yle hem Dünya Ticaret Örgütüyle yapılan anlaşma var. Bu kurumun Tekel konumu 2003 yılında kalkmak zorunda.
Özelleştirmeye hazırlanırken KİT'lerde yeniden yapılanma gerekiyor. Bu bağlamda da Telekom'da memur statüsünde çalışanların işçi statüsüne geçmeleri öngörülüyor. Telekom yasasına göre.
Önce bu kurumda kaç kişi çalışıyor ana bir bakalım.
Telekom Genel Müdürü İbrahim Hakkı Alptürk'ten öğrendiğime göre 46 bin civarında memur, 26 bine yakın da işçi var. Geçici işçi ne kadar onu da soruyorum. 544 geçici işçi olduğunu söylüyor. 1999 yılında da bu kadar geçici işçi alınmış. Koruma kadrosu olarak 1700 civarında boş kadroları olduğunu anlatıyor. Geçici işçi konusu açılmışken MHP kadrolaşması-binlerce geçici işçi alımı iddialarını yalanlıyor ‘‘Sayılar ortada’’ diyor. Yapılan sınavların kurum içi sınavlar olduğunu ‘‘işçilerin pozisyonlarını belirleme ve işçilerin yer değiştirmesi sınavı’’ olduğunu işçilerin düz işçi değil teknik eleman mı şoför mü pozisyonlarının belirlendiğini, kurumda geçici işçi-düz işçi kalmayacağını, dışarıdan elaman almadıklarını anlatıyor. Boş memur kodralarının iptal edildiğini de.
Neyse Telekom'de memur kalkayacak demiştim ya. Yasada esneklik var 5 yıl içinde memurluktan işçiliğe geçiş işleminin bitirilmesi gerekiyor. Son tahlilde Telekom'da 5 yıl sonra Türkiye genelinde sadece 200 memur kalacak diğer personel işçi statüsünde olacak.
Şimdiye kadar kendi istekleriyle 13 bin memur işçi statüsüne geçmiş.
İşçilerin ücretleri memurlara göre daha iyi. Ancak bazı memurlar işçi statüsüne geçmek istemiyorlar. Özelleştirmeden sonra ne oluruz ne olmayız diye düşünüyorlar herhalde. Çünkü memur olursanız işten çıkarılmanız zor. Ama dediğim gibi zaman içinde eriyecek ve Telekom'da sadece 200 memur kalacak.
Son not. Alptürk, Telekom İhale Komisyonu'ndan istifa etmeme kararı vermiş.
Hükümet ve bürokraside balans ayarı
GEREKLİ mi? İş dünyası hem Hükümet'te hem bürokraside bir balans ayarının zorunlu olduğuna inanıyor...
Hükümete destek vermekle enflasyonu düşürme-ekonomik istikrar programına destek vermek ayrı şeyler diyorlar. Başından beri programa destek verdiklerini savunuyorlar!
Elbette Hükümet'lerin doğru yaptıklarına alkış, yanlışlarına uyarı yapmak görevleri. Bu sivil toplum örgütlerini siyasilerden, parti yandaşlarından ayıran da budur. Aksi takdirde sivil toplum kuruluşu değil siyasi parti kuruluşu olurlar.
Bir işadamı diyor ki Hükümet'i kastederek, ‘‘Usta onlar, Hükümet'te değişiklik yapacaklarsa da tabii kendileri karar verecekler. Biz diyoruz ki gerçek olan şu hükümette balanssızlık var. Hem programa, Niyet Mektubu'na imza atacaksın hem de bunu uygulamam diyeceksin. Hükümet programını beğenmeyen varsa onu gözden geçirsinler...’’
Başka bir işadamı da şu eleştiride bulunuyor: ‘‘Birileri parmak bastı diyorlar. Yav kardeşim bu parmağın basılmasına vesile olanlar yok mu? Onları ortaya koymak lazım. Reel sektör batmak üzere biri kalkıyor ilave vergiler koyuyor. Kayıttakileri kayıt dışına itmeye çalışıyor. Böyle devlet yönetimi olur mu?’’
ASO Başkanı Zafer Çağlan da ister DSP ister MHP olsun ‘‘Kafam, gönlüm devletçi ama liberal ekonomi derseniz kendi kendimizi kandırmış oluruz’’ diyerek özetliyor yaşananları. Çağlayan, ekonominin başındaki bürokratların da siyasileri zamanında uyarmadıkları, yanlış yönlendirdikleri için suçlu olduklarını söylüyor.
Velhasıl işdünyası, Hükümet'te ve bürokraside balanssızlık olduğunu, balans ayarına gerek bulunduğunu savunuyor.
Otomobil yalpalıyor... Tamir ettirip ettirmemeye iktidardaki partilerin liderleri karar verecek mi acaba?
Tantan'ın sesi
İÇİŞLERİ Bakanı Sadettin Tantan, Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Zekeriya Temizel ve Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel öne çıktılar. İsimsiz çok sayıda kahraman da var.
Türkiye'de bir temizlik operasyonu başlattılar. Soyguna, yolsuzluklara, hırsızlıklara, nüfuz suistimallerine karşı. Sahiplerince soyulan veya kötü yönetilen bankalarla başlamıştı. Gümrüklerdeki operasyonlarla, hayali ihracatlarla sürdü. Ülkemiz adına mutlu oluyoruz. Yapanların yanına kar kalmayacak diye.
Bu sütunlarda gelişmeleri aktarmaya devam ettik. Umudumuzu yitirmeden. Kriz üzerine kriz çıkan bir memlekette yaşadığımız, her gün yeni bir gündemle uyandığımız Türkiye'de son günlerde yukarıda sözünü ettiğimiz temizlik operasyonları gündemden biraz düştü. Cezaevleri operasyonları baş köşeye oturdu.
Bu operasyonlarla ilgili konuşuyorduk İçişleri Bakanı Tantan'la. Yakılan veya yanan tutuklu ve hükümlülerin bazılarının vücutlarından üstelik öldürücü bölgelerde kurşunlar olduğuna ilişkin bilgileri aktardık, doğrulamadı. Örgüt elemanları birbirlerini mi kurşunladılar, yandıktan, yakıldıktan sonra mı oldu, başkaları mı yaptı şimdi ortalık toz duman bilemiyoruz.
Konumuz bu değil. Kısaca bahsedeceğim konu Tantan'ın sesi. Temizlik operasyonlarında sesinin gür çıktığına kuşku yok. Normal sesi konusunda birkaç cümle yazmak istiyorum.
Hep dikkatimi çekiyordu kısık bir ses tonu var. Yorgunluktan, çok konuşmaktan mı kaynaklanıyor acaba diye merak ediyordum. Ama bir türlü düzelmiyor sesi. Eskiden beri tanıyanlar da sesinin öyle kısık olduğunu söylediler.
Önceki günkü telefon konuşmamızda ‘‘Sesiniz hep kısık, ses tellerinize baktırdınız mı hiç’’ diye sordum. ‘‘Doktorlar bir şey yok diyorlar, yorgunluktan’’ cevabını verdi.
Ben de ‘‘Siz en iyisi Zekeriya Temizel'le konuşun. Onun babası size bitki ilaçları önerebilir, sesinize iyi gelecek’’ deyince Temizel'le bu konuyu konuşmaya karar verdi.
O konuşmamızda aklıma gelmemişti şimdi anımsadım. Bakan Tantan'a bir önerim var. Bunu önemsiyorum.
Gelişmiş memleketlerde plastik kurşun kullanılıyor. Üzeri çelik kaplı kurşunlar değil. Operasyonlarda bizde de plastik kurşun kullanılamaz mı? önemli olan ele geçirmek, öldürmek olmamalı.
Otobüse benziyor
DELTA Ajans'ın sahibi Cüneyt Koryürek'in gönderdiği yeni yıl kartından söz edeceğim. Halimize öyle uyuyor ki!Karttaki yazılardan bir bölüm:
‘‘Günümüz Türkiyesi, ehliyet ve yeteneği olmayan birkaç yolcunun direksiyona geçmek için birbirleri ile kapıştıkları, uyanık birilerinin de olup bitenlere şaşkınlıkla bakan diğer yolculardan, hak ve görevleri olmamasına rağmen, bilet parası toplamak için itişip kakıştıkları bir otobüse benziyor...’’
Yalan mı!
İngiliz tarihçi 1940 İngilteresi için bunları söylemiş. 2000 yılı Türkiyesi hala böyle değil mi?
Geçmişi kötü deneyim ve sonuçlarını unutmadan, çağdaş olmak için yepyeni bir başlangıcın sembolü olarak görmek istiyoruz yeni yılı. Bayramınız mübarek, yeni yılınız kutlu olsun...
Paylaş