Paylaş
Bilerek ya da bilmeyerek ama zorla, zoraki olarak ortaya çıkan çakma bir diyabettir bu...
YAŞIMIZ ilerledikçe bazılarımız genetik yapımız, bazılarımız da beslenme hatalarımız bazen de her ikisi nedeniyle göbekleniriz. Bel çevremiz genişleyip kalınlaşır. Göbeklendikçe de, kanımızda insülin seviyeleri yükselmeye başlar. HİPERİNSÜLİNEMİ adı verilen bu durum ile göbeklenme sorunu (iç yağımızın artması, adına OMENTUM denilen yağ kitlesinin büyümesi, karaciğerimizin, pankreasımızın neredeyse bir yağ deposu haline gelmesi) birbirini etkileyen ve tetikleyen süreçlerdir. Göbeğimiz büyüyüp, belimiz kalınlaştıkça İNSÜLİN seviyemiz artar. İnsüline karşı duyarsızlık ve hücresel direnç başlar, İNSÜLİN DİRENCİ belirginleşip artar.
Ne kadar yağ o kadar direnç
İnsülin direnci belirginleştikçe PANKREAS bezimiz bedenimize daha fazla insülin pompalar. Kanda biriken insülin yükü, bizi daha da yağlandırır. Çünkü, insüline yanıtsızlık nedeniyle, kandaki şekeri hücreye sokamayan insülin bu defa ikinci görevini yapmaya başlar: Şekeri yağa çevirip karnınızda, belinizde, kalçamızda depolar!
Karın içinde omentumda, karaciğer ve pankreasda bel ve kalçamızda depolanan yağlar çoğaldıkça insülin direncimiz artar. Direnç arttıkça da göbeklenmemiz hız kazanır. Sonuç, çok önemli bir sağlık problemidir: Önce “ reaktif hipoglisemi” yani, yemek sonrası şeker düşmeleri (uyuklamalar, terlemeler, çarpıntılar, sinirlenmeler, unutkanlıklar) ile başlayan ve zamanla tip 2 diyabete giden (orta ve ileri yaş şeker hastalığı) bir yolculuktur. Eğer çözüm için bir şeyler yapmaz, fazla yağlarımızdan kurtulup yeme içme düzenimizi ayarlamaz ve de fiziksel aktivitemizi arttırmazsak en geç 8-10 yıl içinde, önce “prediyabet”li, sonra da tip 2 diyabetli biri oluruz! Bilerek ya da bilmeyerek ama zorla, zoraki olarak ortaya çıkan çakma bir diyabettir bu...
Hap mı yutalım kilo mu verelim
İşte bu nedenle ben, “orta yaş diyabetine” yakalanan “göbekli” hastalarıma, “Siz, zoraki diyabet ya da çakma diyabet olmuşsunuz” diyorum! Ve şunu öneriyorum: “Diyabetinizi tedavi etmek kadar, arka plandaki esas neden olan GÖBEKLENME ve İNSÜLİN DİRENCİ sorununuzu da tedavi etmek gerekir”. Ve onlara yürümelerini, düşük glisemik indeksli gıdalarla beslenmelerini, “unu-şekeri-rafine tuzu, meyve suları, makarnayı” minimuma indirip her gün mutlaka ama mutlaka 30-45 dakika fiziksel aktivite yapmalarını tavsiye ediyorum. Bu makul ve doğru öneriyi bir kısmı kabul ederken, bir kısmı kabul etmiyor, “Hocam kilo vermekle, diyetle, egzersizle uğraşmayalım, biz yemeye içmeye devam edelim, yanlışlarımızı sürdürelim (!); sen bize bir şeker ilacı yaz da evimize gidelim” diyor! Oysa (en azından orta ve uzun vadede) bu çok yanlış bir karardır! Hele hele “çözüm”, asla değildir. Çünkü bu önerilerime uymazlarsa, belki ilaçlarla kanda şeker seviyeleri düşecek ama kiloları daha da artacak, sorun çözümlenmeyip halının altına süpürülecek, ardından ikinci üçüncü şeker ilacı, olmadı “insülin iğneleri” gibi tatsız bir hikaye başlayacaktır. Bu “zoraki ya da çakma diyabet” konusu son yıllarda insanlığın en önemli tehditlerinden biri haline gelmiştir. Nedeni yaşadığımız obezite veya kilo fazlalığı problemidir. Bu problemi birkaç gün evvel hocası Dr. Nezih Hekim’le tartıştık. Bakın bu konuda neler anlattı Nezih hoca...
Yaşlanmanın çakma diyabeti
LATİNCE’de “sahte-diyabet” anlamına gelen pseudo-diabetes, 1972 yılında kullanılan bir terimdi. Siz bu terimi “çakma-diyabet” olarak, insanların hiç unutmayacakları bir dille ifade etmeyi düşünmüşsünüz.
Bildiğiniz gibi o yıllar Rosalyn Yalow’un RIA ile insülin tayinini keşfettiği yıllar idi. İnsülini tayin etmek mümkün olunca araştırmacılar yaşlı insanların diyabeti konusunda çok şaşırtıcı sonuçlar aldılar. “Hastaların insülini normal, hatta yüksek olduğu halde bu hastalar neden diyabet?” , “Neden bu durum yaşlı hastalarda görülüyor?” gibi soruları sormaya başladılar. İnsülin salgısının normal olduğu bu diyabetin gerçek bir diyabet olamayacağı kanısına vardılar. Bu diyabet gerçek bir diyabet değildi, başka bir şeydi. O zaman buna basitçe sahte-diyabet (pseudo-diabetes) dendi.
Daha sonra pseudo-diabetes’in (sahte-diyabetin) yaşlılığın getirdiği bir diyabet olduğu fikri gelişti. Bu diyabeti yaşlılık getiriyordu.
Aradaki fark ne
Neden bütün yaşlılarda bu “sahte-diyabet” yoktu? Yaşlılığın getirdiği bu sahte diyabeti olan yaşlılar ile diyabeti olmayan yaşlılar farklı mıydı? Evet! Ellili, altmışlı yaşlardan sonra diyabete yakalananlar, şişmanlardı, insülinleri daha fazlaydı, daha az hareket ediyorlardı, daha çok yemek( özellikle de un, şeker ve meyve, meşrubat) yiyorlardı. Kısa yaşıyorlar ve çoğunluğu kalp ve damar hastalıklarından ölüyorlardı. Şimdi şu soruyu sordular: İnsanları yaşlandıran insülin mi? Yoksa normal olarak insülin yaşlılıkla birlikte mi artıyordu? Binlerce fare deneyi yapıldı. Sonuçta ne buldular? Yüksek kalori ile beslenme farelerin erken ölmesine yol açıyor ve erken ölümlerle insülin metabolizması ile insülin fazlalığı arasında doğrudan bir ilişki bulunuyordu.
Ve işte sonuç
BUGÜN bu konuda neler biliyoruz?
1- Yaşlanma ile beraber metabolik hız yavaşlıyor, tiroid bezi daha az çalışıyor. Dokuların şekeri içine alması ve kullanması azalıyor.
2- Pankreas doğal olarak şekerin daha az kullanılmasına cevap veriyor ve daha fazla insülin salgılamaya çalışıyor. Ancak, insülin reseptörleri artan insüline cevap vermiyor. Böyle bir durumda kullanılmayan insülin kan damarlarında daha da fazla dolaşmaya başlıyor. Böylelikle şaşırtıcı bir şekilde; artmış insülin düzeyine eşlik eden artmış şeker düzeyleri ortaya çıkıyor. Yani insanların bu bir gerçek diyabet olamaz dediği, yaşlanmayla başlayan sahte bir diyabet ortaya çıkıyor.
3- Artan insülin bir yandan kanda dolaşan serbest yağ asitlerini hızla dokulara sokarken, bir yandan da bu yağ asitlerinin karın bölgesindeki yağ hücrelerinde birikmesine yol açıyor.
4- Artan yağ adeta; “daha fazla yağ biriktirmek istemiyorum, dolayısı ile de daha fazla insülin istemiyorum” dermişcesine insüline olan duyarlılığını azaltıyor. Böylelikle kendini koruyor.
5- Ancak artmış insülin, atar damarlarda pıhtılaşma faktörlerinin düzenini bozuyor ve bu faktörlerin bir tehlike karşısında normalden daha fazla pıhtılaşma yönünde hareket etmelerine yol açıyor.
6- Artmış insüline eşlik eden şeker de, kollajen gibi proteinlere gelişigüzel yapışarak onların fonksiyonlarının bozulmasına, bireyin cildinin ve damarların erken yaşlanmasına yol açıyor. Ayrıca artmış şekerin girdiği birçok kimyasal tepkime sonucunda ortaya çıkan AGE’lerin (advanced glycation end products) sinir hücrelerimize, böbreğimize ve gözün retina tabakasına verdiği zararları henüz tam olarak tahmin edemiyoruz.
Peki ne yapmalı
“ÇAKMA” ya da “zoraki” diyabet konusunu önümüzdeki günlerde sık sık gündeme getireceğim. Adeta bir salgın gibi artan erişkin yaş diyabetinin nerede ise %90’dan fazlası –bana göre- “zoraki ya da çakma diyabet”tir. Öyle ki, artık gençler de, hatta çocuklarda bile görülmektedir. Bu tip diyabeti önlemenin yolu ise ilaç yutmaktan, insülin iğnelerinden de önce “yeme içme tarzını” yeniden gözden geçirmekten ve “düzenli olarak fiziksel aktivite yapmaktan” geçmektedir. Tip 1 diyabet olarak bildiğimiz ve insülin yokluğu ya da ileri düzeyde azlığı sonucu oluşan, daha çocuk ve gençlerde görülen “insüline bağımlı diyabet” ile orta ve ileri yaşlarda, özellikle de şişman-göbekli kişilerde ortaya çıkan, “insülinin yokluğundan değil, tersine çokluğunun sebep olduğu diyabet” birbirinden oldukça farklı sağlık sorunlarıdır. Yetişkin yaşlarda ve yaşlılıkta ortaya çıkan ve kilolu insanlarda sık görülen Tip 2 diyabet neredeyse “kırmızı mumlu mektupla davet edilen” zamanki bir diyabet gibi düşünülmeli, hedef diyabeti tedavi etmekten çok insülin direncini kırmak olmalıdır.
Paylaş