Paylaş
Problemin farklı nedenleri var. Beyin için elzem olan ve beyin ağırlığının beşte birini oluşturan bir omega-3 yağ asidi olan DHA’nın noksanlığı, beynimizi sisler, puslar içinde bırakan, yorgun ve bitkin düşüren sebeplerin en önde geleni.
Bildiğiniz gibi DHA (dokosaheksaenoik asit) çok önemli iki omega-3 yağından biri. Beyin hücrelerinin (nöronlar) duvar yapılanması, duvar elastikiyeti ve sinyalizasyon fonksiyonlarının vazgeçilmezi.
İkinci soruna gelince... Onun da temel nedeni beslenme hatalarımız.
B12 vitamini noksan olunca kafalar karışıyor. Vitamin olarak B6 ve folik asit (B9) eksikliği de beyni yorgun, belleği bitkin düşürüp konsantrasyonu zayıflatıyor ama B12 noksanlığı çok daha yaygın bir problem.
Bu üçlü, metil vericisi yani metilasyon destekleyicisi olarak işlev görüyor. Eksik (yetersiz) metilasyon bilindiği gibi beyni en çok etkileyen sorunlardan biri.
Peki üçüncü sırada ne var? Tahmininizde yanılmadınız: D vitamini! Onun eksikliği de yorgun beyin sorununun mühim bir tetikleyicisi.
10 büyük beslenme günahı
İLK 5
1- Şeker havuzuna düşmüş gibiyiz. Yediğimiz meyvelerdeki fruktoz (meyve şekeri), yüz yıl öncekilere oranla iki-üç kat fazla. Biz de genelde aşırı meyve tüketiyoruz. Paketlenmiş gıdaların tamamı tıka basa şeker ve/veya nişasta bazlı fruktoz ile un yüklü. Bunların hepsi de glisemik yükü fazla beslenmek anlamına geliyor. Glisemik yük arttıkça da insülin direnci, obezite ve diyabet salgını devreye giriyor.
2- Çok tuzluyuz. Paketli gıdaların daha uzun ömürlü olabilmeleri için içlerine sodyum bazlı bazı koruyucular ekleniyor. Bu bazen tuz (yani sodyum klorür), bazen de benzerleri (mesela sodyum benzoat) olabiliyor. Dahası sodyum yükümüz arttıkça potasyum rezervimiz azalıyor. Magnezyumsa adeta devreden çıkıyor.
3- Posa fakiri olduk. Paketlenmiş ve hazır gıda tüketiminin tavan yapması, bedenimize giren posa miktarının azalması demek. Posa kazancımızın azalması ise daha çok kabızlık, kanser, daha çok tansiyon, şeker, kolesterol yükselmesi ile eşanlamlı.
4- Asit yükümüz arttı. Biz tam tahıl, sebze ve bakliyatı devreden çıkarıp daha çok hayvansal gıda ve yağ tükettikçe asit yükümüz artıyor. Bu da asit-baz dengesinin zorlanması, vücudun asit çöplüğü haline gelmesi anlamına geliyor.
5- Probiyotik gücümüz azaldı. Yiyip içtiklerimizin içinde prebiyotik lif ve faydalı probiyotik bakteriyi ara ki bulasın.
İKİNCİ 5
1- B12 rezervimiz sınırlandı. Yiyip içtiklerimizin içinde B12 vitamini oranı dibe vurmuş durumda. Bu yetmezmiş gibi bağırsaklarımızda B12 üretebilen probiyotik bakterilerimizin de miktarı oldukça sınırlı. Kullandığımız mide ilaçları yüzünden de B12’nin emilimini sağlayan sistem iflas etmiş durumda.
2- Omega-3 fakiri olduk. Ne ette, tavukta ne de balıkta ve süt, peynir, yoğurt ve yumurtada kâfi miktarda omega-3 yağ asitleri var.
3- Trans yağ yükümüz arttı. Yüz yıl öncesine kadar hiç tanışmadığımız “yapay” ve “toksik” trans yağlar şimdilerde damarlarımızda, doku ve hücrelerimizde sağlık zararlısı böcekler gibi tur atmaya başladı.
4- Koruyucu çöplüğüne döndük. Paketlenmiş gıda demek raf ömrünün uzaması, ürünün daha albenili, daha çekici kılınıp kimyasallarla tatlı, tuzlu, ekşi vs hale getirilmesi demek.
5- Çin tuzu tehdit ediyor. Monosodyumglutamat (MSG), yani Çin tuzu yeni hayatımızın mühim bir gıdasal tehdidi. Üreticileri kabul etmiyor ama maalesef durum bu. Kısa özeti şudur: “Çin tuzu bize uymaz!”
Tiroit nodülünü ciddiye alın
Eğer doktorunuz “Tiroit nodülünüz var” derse, çok telaşlanmamanızı tavsiye ederim. Nodüllerin neden oluştuğu özellikle “iyi huylu” nodüllerin niçin meydana geldiği bilinmiyor.
İyot eksikliğinin nodül gelişimini tahrik ettiği düşünülüyor. Kanser hücresi içersin veya içermesin nodüllerin de az, çok ya da normal çalışanı vardır.
Tiroit nodüllerinin son derece yaygın olduğunu, büyük bir kısmının tedavi edilmesinin bile gerekmediğini bilmenizde yarar var. Nodüllerin çoğu iyi huyludur, kanserleşmez.
Bununla birlikte her nodülün kanser olup olmadığından emin olmak gerekiyor.
Tiroit nodüllerinden bazıları bağımsızlığını ilan eder, tiroit bezinin ve vücudun tiroit hormonu ihtiyacını dikkate almadan kendi başına (!) hormon üretir. Bu durumda “toksik” yani “zehirli guatr” ortaya çıkabilir. Bu şekilde aktif olarak hormon üreten nodüllere “sıcak nodül” adı verilir.
Bazı nodüller ise hormon üretmezler. Bunlar “soğuk nodül” olarak tanımlanırlar. Bu nodüllerin kanser hücresi barındırma olasılığı daha fazladır. Özellikle tek ve soğuk bir nodül varsa bu olasılık artar.
İçi sıvı ya da kanla dolu nodüller de vardır. Bunlar “kesik nodül” adını alır. Diğer nodüllere göre kötü huylu olma ihtimalleri daha az olan bu nodüller nodül içinde kanama olursa şiddetli ağrıya neden olabilirler.
Paylaş