Paylaş
Arkadaşım sabah erken saatlerde aradı. Korkunç bir gece geçirmişti. Uykuya daldıktan kısa bir süre sonra ağır bir nefes tıkanıklığı –soluk alamama, neredeyse boğulma duygusu- ve de çığlıklarla uyanmış. Çarpıntı, terleme ve müthiş bir korku haliyle yatağından kalkmış, geceyi su yudumlayarak, korkunç bir yorgunluk ve bitkinlik içinde tamamlamıştı. Benimle konuşurken yorgunluktan başka şikayeti yoktu.
Sorusu şuydu: “Bana ne oldu?”
Ona şunları anlattım: Yaşadığı olaya uyku uzmanları “uyku terörü” ya da “gece terörü” adını veriyor. Bunlar aslında uyku sırasında yaşanan şiddetli korku nöbetleri, bir başka deyişle ağır panik atakları.
Özellikle gündüz değil de uykuda ortaya çıkmaları, çoğu zaman da uykunun başlangıç, yani ilk üçte birlik döneminde meydana gelmeleri en önemli özellikleri.
Bu atakları geçirenler birdenbire uykusundan uyanıyor, yataktan adeta fırlarcasına zıplıyor, hava açlığı/nefessizlik duygusu içinde çığlıklar atmaya başlıyor.
Bu esnada nabızları da, solunumları da hızlanıyor. Göz bebekleri büyüyor, ani terleme atakları ortaya çıkıyor. Sorunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Çoğu hasta ertesi güne de gergin, bitkin ve yorgun başlıyor. Ama genelde geçirilen atakların bedensel ve ruhsal anlamda sağlığa ciddi bir etkisi de söz konusu değil.
Böyle olduğu için de çoğu zaman tedavi gerektiren bir durum olarak kabul edilmiyor. Ama sık tekrarladığında sakinleştiricilerden ya da panik bozukluk için kullanılan antidepresanlardan faydalanılma yoluna gidilebiliyor. Arkadaşımı daha detaylı bir inceleme ve kesin teşhis için bir uyku uzmanına yönlendirdim. Umarım aynı atağı bir daha yaşamaz.
Kesiksiz ve mışıl mışıl uyuyarak tamamlanan mükemmel bir gece uykusu önemli bir avantaj ve çok iyi bir şanstır. İyi uyku sadece bedensel değil, ruhsal sağlık için de önemli avantajdır. Uykunuza sahip çıkın!
NOT ALIN
Kan tahlilleri neden önemli?
Kan tahlillerini yalnızca hastalıkların teşhisinde kullanmıyoruz. Bu analizler sayesinde ileride başınıza gelebilecek sağlık sorunlarını da tahmin edilebiliyoruz.
Eskiden hekimlerin işi şimdikinden çok daha zordu. Hekimler kendilerini şifa bulmak amacıyla ziyaret eden hastalarına teşhis koyarken sadece gözlemlerinden, deneyimlerinden ve son derece sınırlı güce sahip ilkel bazı teşhis aletlerinden faydalanırlardı.
Zamanla iç organların seslerini dinlememize yarayan stetoskop ve tansiyonu belirlememize yardımcı olan sfingomonometre gibi aletler geliştirildi.
İdrarda ve kanda hastalıklara ait işaretleri araştırmaya yarayan testlerin bulunmasıysa tıp bilimine çağ atlattı! Hastalıkların seyrinde oluşan bazı biyokimyasal parametreleri, biyolojik değişimleri, kan, idrar ve vücut sıvılarının analizleriyle günümüzde rahatlık ve güvenle izleyebiliyoruz.
Dahası, bu tür kimyasal analizler, uyguladığımız tedavilerin işe yarayıp yaramadığını da bize gösterebiliyor. Kısacası son yüzyılda birbiri ardına hizmetimize sunulan laboratuvar çalışmaları biz hekimlerin de sizlerin de işini kolaylaştırıyor.
MEME KANSERİ
Kimlerin riski yüksek?
Her kadın farklıdır, her kadının “meme kanseri riski” de farklı olmalıdır ama genetik miras meme kanseri bakımından da çok önemlidir.
Ailesinde özellikle anne, teyze, kız kardeşinde meme kanseri olanların bu tatsız hastalığa yakalanma riskleri maalesef beklenenden daha yüksektir.
Çok erken yaşlarda adet görmeye başlamak (özellikle 12-13 yaşından önce), çok geç yaşlarda menopoza girmek (özellikle 55 yaş ve sonrasında), hiç doğum yapmamak veya ilk çocuğa 30 yaşından sonra sahip olmak, yaş dilimi olarak 40’ın, özellikle 50’nin üzerinde bulunmak, gereğinden çok alkol tüketmek (kadınlarda günde 1 ölçüden fazla alkol tüketimi yanlış bir seçimdir), kişisel sağlık hikayesinde meme ve yumurtalık kanseri bulunmak riski artıran faktörlerdir.
İlk çocuğa 30 yaşından önce sahip olan, geç yaşlarda adet görüp erken yaşlarda menopoza giren, çocuklarını olabildiğince uzun süre emziren, fazla sayıda doğum yapan, kilo sorunu olmayan, sigara, alkol kullanmayan kadınlarda risk belirgin olarak azalmaktadır.
BİR SORU
Erkeklik ölüyor mu?
Araştırmaların sonuçlarına bakılırsa bu soruyu “Evet!” diye yanıtlamamız gerekiyor. Zira değişik ülkelerde yapılan yüzlerce araştırma aynı şeye işaret ediyor: Erkeklerin testosteron seviyeleri düşüyor ve düşme hızı giderek endişelenecek noktalara varıyor.
Ne oluyor da testosteronumuz düşüyor? Bu soruların tek bir yanıtı yok, yanıtları var. Beslenme yanlışlarımız bunlardan biri.
Aşırı şeker tüketimi, yüksek kalorili beslenme, özellikle karbonhidratlardan zengin bir beslenme alışkanlığı, besin maddelerine karıştırılan kimyasallar, içlerine bilerek ya da bilmeyerek katılan renk, koku ve tat verici maddeler, hormonlar, antibiyotikler en önemlileri.
Alkol tüketiminin artması da etkili bir faktör. Ve tabii ki stres sorunu da çok ama çok önemli. Stres yönetimi bozukluğunu belki en başa bile yazabiliriz.
Listeye uykusuzluk probleminin yaygınlaşmasını, ilaç kullanımının neredeyse vitamin yutmakla eşdeğer hale gelmesini, gerekli gereksiz her soruna ilaçla çözüm aranmasını, hareketsiz, tembel, uyuşuk bir hayat tarzının yaygınlaşmasını da eklememiz lazım.
Testosteronunuz düşünce yalnız cinsel arzunuz azalmıyor. Testosteron azalmasının yorgunluktan uykusuzluğa, depresyondan öfke ve sinir ataklarına, kalp krizlerinden şeker hastalığına, obeziteden sperm azlığına, kemik erimesinden kas kaybına kadar pek çok olumsuz sonucu var.
Kısacası testosteron azlığı bizi mutsuz, huzursuz ve hasta biri haline getirebiliyor.
NOT ALIN
Sağlık kontrolleri ne zaman başlamalı?
Düzenli sağlık kontrollerinin hastalıkların erken tanısını sağlayacağını öğrendik. Ama sağlık kontrollerine ne zaman başlayacağımız ve ne sıklıkla yaptıracağımız konusu hâlâ tartışmalı!
Sağlığımızı izlemenin önemli bir konu olduğunun hepimiz farkındayız. Doktorlara sadece hasta olunca başvurulmayacağını, düzenli sağlık kontrollerinin hastalıkların erken tanısını sağlayacağını çoktaaan öğrendik.
Bu önemli bir konu, çünkü sağlık kontrollerini ihmal etmek de, gereğinden sık incelemelerden geçmek de ayrı bir risk getiriyor.
Bana göre yaşamın ilk 10-12 yılı içinde her çocuk yılda en az bir kez düzenli sağlık kontrolünden geçirilmeli, 20’li yaşlara kadar da yıllık sağlık kontrolleri yaptırılabilir ama eğer herhangi bir sorun yoksa sağlık değerlendirmeleri 2-3 yıl aralıklarla da sürdürülmelidir.
20-40 yaş aralığında nasıl bir strateji izleneceğine gelince... Eğer önceden belirlenmiş bir sağlık sorunu yoksa ya da göze çarpan, dikkati çeken bir sağlık riski belirlenmemişse bu dönemde tansiyonun yılda bir kez ölçülmesi, iki yılda bir kez kan şekerine, 5 yılda bir kolesterol değerlerine bakılması, detaylı fiziksel ve laboratuvar değerlendirmelerin ise 4-5 yıllık aralıklarla yapılmasının yeterli olacağı kanaatindeyim.
Paylaş