Ruhlarımız bizden daha erken yaşlanıyor

Ömrümüz uzadı ama uzayan ruhsal değil, bedensel ömrümüz! Ruhumuz belki de eskisinden daha az yaşıyor. Yeni hayat, ruha bedeni kadar iyi bakmıyor. Ruh, bedenden erken yaşlanıyor.

Bu durumun en önemli nedeni, bilgisizliğimiz ve ilgisizliğimiz. Ruhun bakımını, beslenmesini, egzersizlerini ihmal etmemiz. Bütün dikkatimizi bedenimize vermemiz. Ruhun ihtiyaçlarını yeteri kadar dikkate almıyor, önemsemiyoruz.

YANLIŞIMIZ NEREDE

Konu ister sağlıklı beslenme ister detoks olsun, hep aynı yanlışı yapıyoruz. Beslenmeyi diyet listelerine, antioksidanlara, vitaminlere, detoksu da Hint fakirleri, Bali masörleri ya da Pukhet mucizelerine emanet ediyoruz. Oysa aç olan ne bedenlerimiz, ne de toksinlerle kirlenen hücrelerimiz. Beslenme ve arınma ihtiyacı içinde olan yanımız ruhsal yaşantımız, iç dünyamız.

Kısacası, açlıktan yakınan bedenimizden çok ruhumuz. Ona huzur, umut, sevgi yerine yeni endişeler, korku ve güvensizlikler yüklüyoruz. Yeni hayat, ruhumuzu bedenimizden daha çok zorluyor, daha çok kirletiyor. Bu zorlanmanın ve kirlenmenin vitamini veya ilacı yok! Daha çok kahkahaya, keyfe, hoşgörüye, sevgi dolu bakışlara, duygu dolu dokunuşlara ihtiyaç var.

Ruhumuzu bunaltan şeyler hızla çoğalıyor. İşlerimiz, eşlerimiz üzüyor. Patronlar kızıyor, çocuklar bunaltıyor. Ayrılıklar, kopmalar çoğalıyor. Depresyonun, panik bozukluğunun, reflünün, kolitin arkasında hep bu duygusal baskılar, hüzünler, gelgitler, huzursuzluklar yatıyor.

RUH BEDENDEN KOPUYOR

Huzura duyulan ihtiyaç yaş ilerledikçe artıyor ama hayatın hızı ruhun hızını aşıyor. Bunu kavrayamayan, anlayamayan ruhun aklı karışıyor, içi sıkılıyor. İşte o zaman, ruh hızla yaşlanıyor, bedenden kopup gidiyor. Büyük bir yanlış yaptık, bedene ruhumuzdan daha çok odaklandık! Tartı aletleri, mezuralar, aynalar ve laboratuvar analizlerinin bizi ayakta tutacağını zannediyor, yanılıyoruz. Bedene odaklanmayı bırakmayalım ama ruhu da unutmayalım, ıskalamayalım. Ruhu ıskalayanlar, hayatı da ıskalıyor.

Şeker hastaları nasıl beslenmeli

Diyabet tükettiğiniz besinlerin porsiyon ölçüsü, türü, yağ ve şeker oranı ile dengelenebilen bir hastalıktır. Beslenme fiziksel aktivitenizdeki ve beslenme tarzınızdaki değişiklikler diyabetin kontrol altına alınmasında önemli rol oynar. Bu nedenle yediğiniz besinleri rafine olmaması tam buğday ekmeği, bulgur gibi yağ içeriğinin az ve bitkisel yağlar içermesi (zeytinyağı, soya yağı gibi...) ve lif (posa) oranının yüksek olması kan şeker seviyenizin düzeninin korunmasına yardımcı olurken kolesterol, hipertansiyon gibi hastalıkların da önlenmesini sağlayacaktır. Ayrıca beslenmenizde doymuş yağ oranı yüksek (kırmızı et, midye, yağ... gibi) yiyeceklerin miktarını azaltmalı ve bitkisel kaynaklı besinleri artırmalısınız. Diyabetin tedavisi sağlıklı beslenme ilkeleri ile aynı yapıdadır. Bu sebeple davranış değişikliği kazanmanız yaşamınızın daha da düzenlenmesine katkı sağlayacaktır.

Bir diyabetlinin beslenme alışkanlıklarını değiştirebilmesi için:

n Daha az yağlı süt, yoğurt ve peynir gibi besinleri tüketmesi,

n Sağlıklı yemek pişirme yöntemleri geliştirmesi (buğulama, fırın, ızgara... gibi pişirme),

n Yemeğe lezzet katacak az yağlı soslar ve baharatların kullanması,

n Ara sıra porsiyon miktarını artırsa bile, fiziksel aktivite yapma süresini artırarak dengelemesi,

n Sık sık beslenerek ve ara öğün alışkanlığı geliştirerek beslenme programını düzenlemesi,

n Meyve ve sebze grubu olan yüksek lif içeriğine sahip besinlerin porsiyon ölçülerini artırması (günde 2-3 porsiyon sebze ve 4-5 porsiyon meyve tüketmesi),

n Kuru baklagil grubu besinleri haftada 2-3 defa tüketmesi ve çorba, pilav gibi besinlerin içeriğine ekleyerek lif oranlarını artırması,

n Sosyal ortamlarda et grubu besinleri ızgara, fırın ve haşlama şeklinde pişirilmesi ve sossuz olarak tercih edilmesi,

n Alkollü içecek tüketme alışkanlığı varsa porsiyon ölçülerini ve sıklığının azalması,

n Porsiyon ölçülerini dikkatli kullanması, kaşık, su bardağı ve gram ölçülerine dikkat etmesi,

n Market alışverişinde aldığı besinlerin içeriğini ve özelliklerini incelemesi, (etiket okuma alışkanlığı geliştirmesi) yararlı olacaktır.

Tekrarlayan düşükler can sıkıcıdır

Çocuk sahibi olma beklentisi içindeki çiftlerin en önemli sorunlarından birisi düşük tehlikesidir. Tekrarlama olasılığı, nedenleri ve bir sonraki gebeliğin sağlıklı geçmesi için neler yapılabileceği yanıtlamaya çalıştığımız sorulardır. Tıptaki baş döndürücü ilerlemeye rağmen, bu konudaki tedavilerin sınırlı olması konunun önemini vurgulamaya yeterlidir.

Dünya Sağlık Örgütü, 500 gram ağırlığın altındaki ( bu, 20-22 haftalık gebeliğe tekabül eder) fetüslerin rahimden atılmasını "kendiliğinden düşük" olarak tanımlar. Bu sınırın konulmasına sebep, bugüne kadar yaşatılmış en küçük bebeğin 450 gr. olmasından kaynaklanmaktadır.

Klinik olarak tespit edilebilmiş, yani ultrasonda görülebilmiş gebeliklerin yüzde 20 kadarında düşük olmaktadır. Bir kez düşük yapmış bir kadının ikinci kez üst üste düşük yapma ihtimali, hiç düşük yapmamış bir kadınınkiyle aynıdır. Ancak, iki kez düşük yapan bir kadında bu oran yüzde 25’e, 3 kez düşük yapan bir kadında ise dördüncü kez düşük yapma olasılığı yüzde 33’e çıkar. İşte bu nedenlerle, bir kez düşük yapan bir kadını incelemeye almayız ancak 2 kere üstünde düşük yaparsa, nedenini tespit edene kadar hamile kalmamalarını öneririz. Ancak, hastalarımızın cesaretlerinin kırılmamasını isteriz, çünkü 3 kez arka arkaya düşük yapmış ve hiçbir tedavi verilmemiş bir hastanın bile sağlıklı bir bebek doğurma şansı yüzde 50’dir.

Çok farklı sebepleri var

Tekrarlayan düşüklerin büyük bir kısmında bariz sebep bulunamamakla beraber; hormonal yetersizlik, genetik bozukluklar, rahimle ilgili kusurlar (myom, polip, bölme), antifosfolipid sendromu, pıhtılaşma faktörlerindeki bozulmalar sorumlu görülmektedir. Annenin ağır şeker veya tiroid (guatr) hastalığı, plasenta (eş)’nın anormallikleri ve bazı çevresel faktörler (yüksek dozda zararlı kimyasal maddeler, X ışınları) de düşüğe sebep olabilirler. (Devam edecek...)

Bebekler bazı besinlere duyarlıdır

Bazı bebekler ve küçük çocuklar duyarlı oldukları besinleri yedikten sonra; kızarır, kaşınır, ishal olur ya da kusarlar. Sindirim sistemleri olgunlaştıkça bu belirtiler düzelebilir.

Bebeğinizin besine duyarlılığını izlemek için:

n Besinleri izleyin.

n Besinlere geçerken vereceğiniz besini tek başına deneyin.

n Sonraki ek besin için 3 ile 5 gün bekleyin.

n Alerjiye neden olduğunu bilinen besinlere karşı daha dikkatli olun.

n Balık, yumurta, özellikle yumurta beyazına dikkat edin.

n Bir besin devam eden duyarlılığa neden oluyorsa mutlak bir uzmana danışın.

Kas ve kemiklerinizi güçlendirin

n Aktif olun.

n Egzersizi ihmal etmeyin.

n Güneşten faydalanın.

n Kalsiyum ve D vitamininden istifade edin.

n Boron, K vitamini, magnezyumun da önemli olduğunu unutmayın.

Selülitle savaşa hazır mısınız

Kış döneminde çok fazla selülitim oldu, bunları yok etmek için özel besinler var mıdır?


Kış döneminde su içiminiz yaz aylarına göre daha sınırlı hale gelmektedir. Bunun yanı sıra soğuk havalarda çay, kahve tüketimi yani kafein alımı artmaktadır. Bu iki basit nedenden dolayı bile kış aylarının sonuna doğru selülit sorunu kafanızı karıştırmaya, sizi düşündürmeye başlar. Ancak yaza girilen bu bahar aylarında selülitlerinizden kurtulmak için hatalı besin seçimlerine veya uygulaması işkence olan günlerce sürdürülen sebze, meyve diyetlerine kanmayın. Bu dönemde sağlığınızı bozmadan ve selülitlerinizden arınmak için ilk dört adımı hemen atabilirisiniz.

n Kalori tüketimini azaltın: Özellikle basit karbonhidrattan (şeker, kek, kurabiye, hazır meyve suyu, kutu içecekler gibi) gelen kalori alımını kontrol altına alın.

n Vücudunuzun su tutmasını önleyin: Selülit içeren bölgelerde diğer bölgelere oranla daha fazla su birikebilir. Ödemden kurtulmak için tuz tüketiminizi sınırlayın ve günde en az 8-10 bardak su için.

n Antioksinlardan faydalanın: Serbest radikallerin vücutta fazla biriktiği kış aylarında sebze ve meyve tüketiminizi 5-6 porsiyondan aşağısına düşürmeyin.

n Toksin yükünüzü azaltın: Doymuş yağlardan, sigara, kahve ve çaydan gelen toksinlerin selülitlerinizi biraz daha artırdığını unutmayın. Bu grubu azaltmak için alışkanlıklarınızı tekrar gözden geçirin.

Çocuğunuz çok mu zayıf

Çocuğuma bir türlü kilo aldıramıyorum. Acaba nerede yanlış yapıyorum? Neler dikkat etmeliyim?

Çocuğunuz olması gereken kilonun altında vücut ağırlığına sahip ise, yakabileceği kaloriden daha az kalori alıyor veya yedikleriyle aldığı kaloriden daha fazla enerji sarf ediyor demektir. Bunu netleştirebilmek için tıpkı kilo kaybı için danışanların yaptığı gibi, çocuğun gün boyu yediklerini ve fiziksel aktivitesini not tutmanız gerekiyor. Gün boyu harcadığı enerjiyi hesapladıktan sonra (bunun için vücut analizi yaptırabilirsiniz) besinlerle ve içeceklerle aldığı kaloriyi karşılaştırdığınızda arada fark var ise bu farkı yine besinlerle ve içeceklerle karşılamanız gerekiyor. Eğer yakabileceği kaloriyi aldığı halde kiloda artış olmuyor ise bazı tahlillerin yapılması gerekiyor. Zayıf olmasının biyolojik nedenleri de olabilir. İlk önce şu sorulara cevap vererek başlayın:

n Kahvaltı yapıyor mu?

n Aralarda atıştırmaları var mı?

n Bu atıştırmalar sağlıklı besinler mi?

n Öğle ve akşam yemekleri düzenli yiyor mu?

n Yemeklerde besin çeşitliliği sağlanıyor mu?

n Her gün süt yoğurt grubundan tüketimi var mı?

n Her gün yeteri kadar et balık veya tavuk vb. tüketiyor mu?

n Her gün yeteri kadar sebze meyve tüketiyor mu?

n Her gün yeteri kadar tahıl grubundan alıyor mu?

Bu sorulardan çıkan cevaplar sizi yönlendirecektir.
Yazarın Tüm Yazıları