Paylaş
Tam 100 yaşında olan Nazillili Kübra Hanım, “uzun yaşam sırları”nı anlatmış. Bu sırların içinde bir tanesi var ki, çok önemli! Kübra Hanım diyor ki: “Yaşam felsefem hiç değişmez! Eşeğimi kaybederim ama neşemi asla kaybetmem!”
Egeli yaşlı kadın, çoğumuzun pek ciddiye almadığı bir noktanın altını çiziyor. Uzun yaşam araştırmalarının çoğunun dönüp dolaşıp geldikleri nokta aynı: “Eğer hayatınızdan memnunsanız, yaşamınızdan keyif alıyorsanız, içiniz rahatsa, kafanıza taktığınız şeyler azsa, mutlu ve huzurluysanız ömrünüz daha uzun oluyor”.
Araştırmanın diğer sonuçlarını ben de merakla bekliyorum. Araştırmayı yapan Doç. Dr. İsmail Tufan’ı beş yıldır izliyorum. Almanya’da aldığı Gerontoloji eğitimini Antalya’da iyice derinleştiren bu değerli araştırmacı bilimadamı, umuyorum bizimle çok önemli sonuçlar paylaşacak.
HUZUR VE MUTLULUK ÖMRÜ UZATIYOR
Siz ne yaparsanız yapın, yaşam süreniz uzuyor. Yani ne kadar hata yapsanız, ne kadar çok “sağlık günahı” işleseniz de fark etmiyor. Ömrünüz sizden önceki nesilden daha uzun olacak.
Ömrün gittikçe uzaması pek çok nedenden kaynaklanıyor. Refahın artması, eğitimin yaygınlaşması, sağlıklı olma bilincinin toplumun her kesimi tarafından kabul görmesi, beslenme sorunlarının azaltılması, sağlık sorunlarının eskiye oranla daha kolay çözümlenir hale gelmesi... Daha pek çok sebep sayabiliriz ama huzur ve mutluluk en etkili faktörler olarak önemlerini koruyor.
Mutluluk-yaşlanma ilişkisi
konusunda İsmail Tufan “Yaşlılık ve Yaşlanmak” isimli eserinde çok güzel açılımlar yapmış. Bugünkü yazımı İsmail hocadan alıntılarla tamamlıyorum.
HERKES KENDİ KAZAĞINI KENDİSİ ÖRSÜN
“Mutluluğu yakalayabilmesi için herkesin önünde iki alternatif vardır. Ya toplumun koruyucu kanatları altına sığınıp ona yüzde yüz uyum sağlayarak yaşamak ya da tüm sorumluluğu üstlenip yaşamın seyrini kendi isteğimiz doğrultusunda yönlendirmek. Bence herkes kendi ‘kazağını’ kendisi örmelidir. Çünkü konfeksiyon malı bir kazak bizi birbirimize benzer kılacaktır. Oysa her birimiz doğumdan başlayarak ölüme kadar emsalsiz birer varlığızdır ve emsalsiz oluşumuz, yaşlandıkça daha da belirginleşmektedir.”
Nazillili Kübra Hanım’ın kurduğu “Eşeğimi kaybederim ama neşemi kaybetmem” cümlesi de onun emsalsiz bir yaşlanma süreci içinde olduğuna işaret etmiyor mu?
Yaşama “dalya” diyebilmek
Bilimadamlarına göre, uzun yaşayanlar daha dışa dönük bir karaktere sahip. Masallar, efsaneler “ölümsüzlük iksiri”ni arayanların maceralarıyla dolu. Ölümsüzlük değil ama daha uzun ve daha nitelikli bir yaşamın sırrını çözmek için bilimadamlarının ve tıp camiasının çok çaba harcadığı kesin.
Son yıllarda, 100 yaşını geçen yani “dalya” diyen yaşlıların genetik yapılarını deşifre etmekten, yaşam tarzlarını değerlendirmeye varıncaya kadar pek çok araştırma yapılıyor.
Araştırmacılar işin sırrının yalnızca kalıtım, metabolizma, çevre, beslenme ya da aktivitede olmadığını anlayıp tablonun psikolojik yönünü de göz önünde bulundurmaya başladılar. Anlaşılan o ki bu insanların daha dışa dönük, daha gergin olmalarının yani kişilik özelliklerinin uzun ömürlü olmalarına katkısı büyük. Ailesinde uzun yaşayanlar bulunan kişilerin 100 yaşını geçme olasılığının daha fazla olduğu biliniyor.
Stresle başa çıkmada daha başarılı olan, dışa dönük kişilikleri sayesinde daha fazla arkadaş edinen, kendileriyle de daha iyi ilgilenen bu yaşlılar 100 yaşını görebiliyorlar. Yaşlılık ile ilgili araştırmalarda alışıldığı üzere kalıtımsal ve çevresel özelliklerin yanı sıra psikolojik etmenlerin de üzerinde durulmasında büyük yarar var.
Depresyon hızla yaşlandırıyor
Uzmanlar gelişmiş, sosyal demokrasi ile yönetilen, ulusal gelir dağılımı dengeli bir ülkede yaşamanın iyi yaşlanmayı sağlayan önemli bir etmen olduğunu belirtiyorlar. Örneğin kadınların ortalama 86 erkeklerin 79,2 yıl yaşadıkları Japonya’da dağılım 1’e 2. Brezilya, İngiltere ya da ABD gibi dağılımın 1’e 20 gibi yüksek oranlara ulaştığı ülkelerde ortalama ömür daha kısa. Bu noktada, asıl önemli konunun “önleyici ve koruyucu tıp” olduğu açık.
Japonya’da çalışanlar, her yıl kendi kurumlarında sağlık riski analizlerinden geçiyorlar. Bu sayede birçok patoloji erken dönemde saptanıp gerekli önlemler alınıyor. Ortalama ömür uzuyor, uzun yaşayanların sayısı artıyor. Bu artışa gelişmiş ülkeler dahil hiçbir toplum tam olarak hazır değil.
Sağlık sorunları yeterli ilgiyi görüp çözüme ulaşsa da sosyal ve psikolojik taraf eksik kalıyor. Araştırma sonuçları, yaşlılarda izlenen uyku bozuklukları, iştah azalması, hüzün, içine kapanma gibi belirtilerin depresyon habercisi olduğu ve önemsenip tedavi edilmesi gerektiği yönündedir. İleri yaşlarda, depresyonun çok önemli bir sorun olmasına rağmen gözden kaçabildiği ya da tam olarak tedavi edilemediği gözlenmiştir. Sonuç olarak yaşlılara sosyal destek ve psikolojik yaklaşım çok önemlidir.
(Le Figaro, 8 Nisan 2009’da yayımlanan bir makaleden.)
Salatalarınıza keten tohumu ekleyin
Keten tohumu güçlü bir Omega-3 kaynağı olduğu kadar önemli bir lif-posa deposudur. Bağırsakların çalışmasını kolaylaştırır. Bu nedenle salatalarınıza bir tatlı kaşığı kadar taze öğütülmüş keten tohumu eklemeyi alışkanlık haline getirmelisiniz.
Eğer daha da sağlıklı bir salata yapmak istiyorsanız haşlanmış mercimek, siyah kırmızı fasulye taneleri, kırmızı soğan ve taze nar tanelerini eklemeyi de unutmayın. Salatanıza tuz yerine sirke veya limon koyun. 1-2 çay kaşığından fazla zeytinyağından daha fazlasını eklemeyin.
İyottan zengin yiyecekler
Eğer doktorunuz aksini söylememişse (mesela Haşimato hastası değilseniz), vücudunuza daha fazla iyot kazandırmanız hem siz, hem de çocuklarınız için faydalı olacaktır.
Düzenli iyot kazanımı özellikle tiroid fonksiyonları için son derece önemlidir. İyottan zengin besinlerin başında deniz ürünleri geliyor.
İyotlu tuz da akılcı bir seçim. Çeyrek çay kaşığı iyotlu tuz günlük iyot ihtiyacınızın yarısından fazlasını karşılıyor. Küçük bir hatırlatma: İyotlu tuzu pişirme işleminden sonra eklemeniz tavsiye ediliyor.
Evde doğum: Kimler yapamaz
Günümüzde gelişmiş ülkelerde biraz da sigorta şirketlerince maliyetlerin düşürülmesi amacıyla evde doğum özendirilmektedir. İyi planlanmış olmak kaydıyla tecrübeli ve eğitimli bir ebe eşliğinde evde sağlıklı bir doğum yapmak mümkündür. Ancak beklenmeyen durumlar oluşabilir, annenin ve bebeğin sağlığı tehlikeye girebilir. Bu nedenle gerektiğinde en yakın hastaneye ulaşma stratejisi önceden belirlenmelidir. Ayrıca, gebelik sırasında oluşan bazı problemler doğumda ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bunlar sırasıyla şöyledir:
? Şeker hastalığı
? Yüksek tansiyon
? Tedavi gerektiren bütün kronik hastalıklar
? Gebelik zehirlenmesi (preeklampsi)
? Gebelik sırasında her türlü kanama
? Erken doğum
? Doğum sonrası kanama hikâyesi
? Önceki doğum sezaryen ise
? 35 yaşından sonraki ilk doğum ise
? Bebekte büyüme anormalliği varsa
Bir hastane veya doğumevinde yapılan doğum en güvenli doğum olarak belirlenmiştir.
Sivilceler artık ergenlik çağı hastalığı değil
Akne yani sivilce ergenlik çağı hastalığı olarak bilinmesine rağmen, son yıllarda erişkinlerde de giderek artan bir şikayettir. Bu sivilcelerin sebepleri araştırılmaya devam edilmektedir. Günümüz koşullarının stresi artırmasının hormonları etkileyerek sivilceye neden olması en geçerli sebep gibi gözükmektedir. Bu dönem sivilceleri tedaviye dirençli olabilir. Ama uygun bir tedavi ve düzenli takiple kontrol altına alınabilir.
Meyvelerde de şeker var
Meyvede bulunan şeker doğal olduğu için beyaz şeker kadar tehlikeli değil. Meyveler olgunlaştıkça yapılarındaki karbonhidratlar nişastadan şekere dönüşüyor. Bu nedenle olgun meyvenin tadı da artıyor. Meyveleri olgunlaştıklarında yemek daha akıllıca bir davranış. Eğer kilo problemi ya da genel sağlık önlemi olarak daha sık meyve tüketmeyi düşünürseniz, şeker oranı düşük olan meyvelere (kivi, elma, armut, şeftali, kiraz, kayısı gibi) ağırlık vermelisiniz.
Paylaş