Paylaş
Sorunun yanıtını birçok kez verdiğimi düşünüyorum ama yeterince açıklayamamış olabilirim diye bu defa cevabı ben değil, Amerikalı Dr. Walter Willett’e bırakıyorum. Bakın “Yetişkinler için sağlıklı beslenme kılavuzu” adlı kitabında bu soruyu nasıl yanıtlamış.
Kilonuz basit ancak kolaylıkla dengesini yitirebilen bir denkleme dayanır: Kilo değişikliği aldığınız kalorilerle yaktığınız kalorilerin farkına eşittir. Aldığınız kadar kalori yakarsanız kilonuz değişmez. Yaktığınızdan daha fazlasını alırsanız kilonuz artar. Diyet yapmak bu yelpazenin diğer ucunu ilgilendirir: Yaktığınızdan daha az kalori almak.
Neden bulunduğunuz kiloda olduğunuz, neleri, nasıl yediğinizin, genlerinizin, yaşam tarzınızın ve kültürünüzün bir bileşimidir.
Beslenmeniz: Ne yediğiniz ve ne kadar yediğiniz kilonuzu etkiler.
Genler: Kilonuz ve vücut şeklinizden iyi ya da kötü kısmen anne ve babanız sorumludur. Ayrı büyütülen ikizler üzerinde yapılan araştırmalar genlerin kilo alma ya da aşırı kilolu olma üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu gösterdi, yani bazıları genetik olarak kilo almaya yatkın.
Kalıtım göğüs ve bel etrafında yağ depolama eğiliminde rol oynamaktadır. Bazı kişilerin yağ ya da karbonhidratlardan aldıkları kalorilere diğerlerine kıyasla daha hassas olmaları da mümkündür, ancak buna dair kanıtlar genetik etkiler son otuz yılda ABD’de obezlik oranlarında görülen hızlı artışı ya da ülkeler arasında obezlik oranları arasındaki büyük farklılıkları açıklayamamaktadır.
Tarih öncesi atalarımızın yiyeceklere karşı psikolojik ve davranışsal tepkilerimizi şekillendirmiş olması olasıdır. İlk insanlar bolluk ya da kıtlık koşullarıyla mücadele ediyordu. Bir dahaki mükellef yemeğin -olgunlaşmış orman yemişi kümeleri ya da yakalanabilir bir antilop gibi- ne zaman ortaya çıkacağını kestirmek olanaksız olduğundan yemek önüne geldiğinde mümkün olduğunca çok yemek hayatta kalmanın anahtarlarındandı.
Hayatta kalmak için yapılan bu intibak asırlar önce rutin kıtlık dönemlerine tepki olarak beden ve akıl arasında evrim geçiren karmaşık kimyasal etkileşimler, bizi mümkün olduğunda yemek yemeğe itiyor olabilir anlamına gelmektedir. Bu bolluk döneminde bunun anlamı sürekli yemektir.
DAHASI VAR...
Yaşam tarzı: Yemek yemek, kilo değişimi denkleminin hoşa giden, duyuları tatmin eden tarafını temsil ediyorsa, metabolizma ve fiziksel faaliyetler de bunun meşakkatli yanını temsil eder. Dinlenme anındaki (bazal) metabolizmanız nefes alıp vermek, kan pompalamak ve dolaşımda tutmak, beyinden bedene mesaj göndermek, vücut ısınızı korumak, gıdaları sindirmek ve kaslarınızda doğru oranda bir gerilim tutmak için gereken enerjidir.
Genellikle günlük enerji harcamanızın yüzde 60-70’ine karşılık gelir. Geri kalanını fiziksel faaliyetler oluşturur. Eğer masa başında çalışıyorsanız ve arabanızdan işyerinize sonra da tekrar arabanıza çok az yürüyorsanız günlük yaktığınız kalori miktarı komik denecek ölçüde az olabilir.
Kültür: Çok yemeğe müsamaha ediliyor, hatta bu saygı görüyor. Sevgi yemek demek, yemek de sevgi demek -anneannenizi size bir tabak daha yedirmeye çalışırken düşünün ya da pek çok tatil yemeğinde ya da günlük öğünlerden sonra memnuniyet nidalarını ve kemer gevşetmeleri gözünüzün önüne getirin. Bunlar evrensel eğilimler de değildir.
Fransa’da ve Asya’nın büyük bölümünde mutfak kültürü tabağa ne kadar yemek doldurulduğuna değil kalite ve sunuma önem verir. Pek çok kültürde insanlar doyana kadar yemenin uygunsuz ya da düpedüz kaba bir davranış olduğunu düşünür ve çocuklarına kapasitelerinin yüzde 70’i kadar yemelerini öğretirler.
YENi BESiNLER FARKLI
Gıda endüstrisi bizi baştan çıkarmanın en iyi yollarını öğrenmek ve sonra da bu bilgi temelinde hareket etmek için her yıl milyarlarca dolar harcıyor.
Tuzlu ve tatlıya karşı miras aldığımız ve bir zamanlar hayatta kalmak için gerekli keskin duyularımız sürekli istismar ediliyor. Ürünlerdeki tuz ve şeker içeriği bizim tatlı ve tuzlu beklentilerimizi arttırmaya ve bizi daha fazla yiyip satın almaya sevk edecek şekilde fazlalaştırıldı. Dahası yiyecekler her yerde satılıyor; kitapçılarda ve mağazalarda kahve tatlı sunuluyor, spor karşılaşmalarında midenizi tıka basa dolduran yiyecekler yiyebilirsiniz.
Restoranlar da geri durmuyor. Fransız Yeni Akımın mütevazı yerini kocaman porsiyonlar aldı ve önünüze 1500-2000 kalori, yani aşağı yukarı tüm gün boyunca toplam ihtiyaç duyacağınız kaloriyi içeren bir yemek getirilmesi hiç de istisnai bir durum değil. Yiyeceklere bu inanılmaz erişim ve neredeyse yemek konusunda en bilinçli olanların bile irade gücünü sınıyor.
Kilo kontrolü sağlıklı olmanızda tek başına en önemli unsur olduğundan aşırı yemek ciddi sağlık riskleri getiriyor.”
SONUÇ...
Amerikalı uzmanın yazdıkları sizi ne kadar tatmin etti bilmiyorum ama bu mükemmel yaklaşımın altına ben de imzamı atabilirim. Daha az ve daha doğal şeyler yiyip içmenin ve daha çok hareket etmenin bir yolunu bulmazsak sorun çözülmek bir yana büyüyerek devam edecek. Bu nedenle 20 yıllık o eski formülüm hâlâ geçerlidir: Yediklerinizin yarısı, yaptıklarınızın iki katı!
Paylaş