Paylaş
Üzüm, çekirdeğinde mavi mucize proantosiyanidinleri, flavanol ve resveratrolü hatta kateşinleri (biliyorsunuz yeşil çayda da kateşinler var), kabuğu ve asma yaprağında ise resveratrol isimli olağanüstü güçlere sahip çok özel bir maddeyi barındırıyor.
Resveratrol üzüm meyvesini ve ağacını mantar, bakteri, virüs ve kanser saldırılarından koruyan fenolik bir bileşik. Bedenimize girdiğinde aynı işlevleri görüyor. Yani bizi kanserden, mikrobik saldırılardan koruyor.
Daha da önemlisi resveratrolün güneş ışınları ve radyasyon dahil nereden kaynaklanırsa kaynaklansın DNA’dan oluşabilecek hasarlara karşı da hücreleri koruduğu, dolayısıyla ömrü uzattığını gösteren açık ve net kanıtlar var.
Tavsiyem resveratrol ve antosiyanidin hapları yerine yazın taze, kışın kuru üzüm tüketmeniz. Ama bir şartla: Çekirdekli olanlarından vazgeçmemeniz.
Bu ayıp ben dahil hepimizin
Ülkemiz, çok şükür, bulunduğumuz coğrafyanın en büyük, en güvenli ve en modern sağlık merkezi, en güçlü “tıbbi üssü”. Daha açık deyimi ile “sağlıkta lider ülkesi”.
Bu gurur duyulacak özelliğimiz “organ nakli” söz konusu olduğunda daha da kesin bir saptama. Özellikle “canlıdan canlıya” organ naklinde Türkiye bir dünya markası.
Ne var ki “canlı organ nakli”nde gösterdiğimiz başarıyı, “organ bağışı ve kadavradan organ nakli” konusunda gösteremiyoruz. Oysa en az 25 bin vatandaşımız iyileşmek için organ bağışı bekliyor.
Konu organ nakli olunca önce Malatya’da, Turgut Özal Tıp Merkezi’nde uluslararası bir başarıya imza atan organ nakli ekibindeki değerli hocalarımızı ve ekiplerde yer alan sağlıkçı kardeşlerimizi, ayrıca bu başarının başlangıç vuruşunu yapan Başkent Üniversitesi’nin kurucusu sevgili Mehmet Haberal hocamızı da mutlaka tebrik etmeliyiz.
Peki sonra? Sonra da bu organ bağışlamama ayıbına artık bir son verip organ bağışı meselesini gündemden hiç düşürmemeliyiz.
Ayçiçek yağı sağlıklı mı?
Değil! Aslında sadece ayçiçek yağı değil sağlıksız olan, zeytinyağı hariç diğer bitkisel yağların tamamı sorunlu. Peki sorun ne? Sorun yapılarında çok fazla omega-6 yağ asidi bulunmasıyla ilintili.
Bildiğiniz gibi yiyip içtiklerimizle zaten eskisi kadar omega-3 yağ asidi kazanmıyoruz. Buna bir de aşırı omega-6 yüklemesi eklenince hücrelerimizin işi daha da zorlaşıyor. Zira omega-3 ve 6 yağlarının kullanım süreçlerini yürüten enzimler aynı.
Aşırı omega-6 yükü bu enzimleri bloke edince zaten miktarı az olan omega-3’ün eksikliği daha çok hissediliyor.
Hücrelerin özellikle zarları yani dış duvarlarında hasar başlıyor. Hücre sinyalizasyon sistemi dahil pek çok süreç bozuluyor. Kısacası bitkisel yağlara da çok fazla yüklenmemekte fayda var.
Beslenmede 10 büyük hatamız var
◊ Çok fazla şeker tüketiyoruz.
◊ İşlenmiş gıdalara yükleniyoruz.
◊ Omega-3 (balık, doğal yumurta, süt ürünü) fakiri olduk.
◊ Probiyotik gücümüz ciddi biçimde azaldı.
◊ Asit yükümüz çok arttı.
◊ Kötü yağlar yiyoruz. (Trans yağlar, margarinler...)
◊ Mineral desteğimiz düştü. (Çinko, selenyum...)
◊ Gluten tüketimimiz çoğaldı.
◊ Omega-6 yağlarını (bitkisel yağlar) çok fazla tüketiyoruz.
◊ Tuz (sodyum) kullanımımız artarken, potasyum kazanımımız düştü.
Obezite kuşunun iki kanadı var
Kilo vermeyi hedefleyenlerin en sık yaptıkları hata; sadece “diyet” yapmak, yani “daha az yiyip, belirli beslenme kalıplarına saplanıp kalmak” ve/veya “yalnızca egzersiz yapmak” yani “yürüyerek, pilatesle, hoplayıp zıplamakla, rumba zumba ile” oyalanarak fazla yağlardan kurtulmaya çalışmak...
Oysa kilo sorununun çözümü iki kanatlı bir kuşu uçurmak gibidir. O kanatlardan birini beslenme önlemleri, diğerini de aktivite artışı oluşturuyor. Kısacası ‘obezite kuşu’ da iki kanadı olmadan uçamıyor.
Paylaş