İnsülin direnci probleminin bu kadar yaygınlaşmasının nedeni ne? İnsülin direnci neden bu kadar ön plana çıktı? Yoksa o da reflü, kolit gibi son yılların moda hastalıklarından biri mi?
Bu sorular e-postama son günlerde çok sık düşüyor. Yanıtını hemen vereyim: Dünyanın her ülkesi ama özellikle gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamında “insülin direnci salgını” var. Yiyecek içecek bulmakta zorlanan gerçekten fakir ülkeler dışında gelişme çabaları gösteren ülkelerde bile bu sorun yaşanıyor. Bu olumsuz gelişmelerin iki temel sorumlusu var. Bir: Rafine karbonhidratlar ve özellikle şekerleri eskisinden daha fazla tüketmemiz. İki: Eskiye oranla daha az hareket etmemiz. Özellikle çocuk ve gençlerde tam bir şeker çılgınlığı yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerde yıllık şeker tüketimi kişi başına yılda 200 kiloya ulaştı. Bu miktar, gelişmekte olan ülkelerde 80-100 kiloya yaklaştı. Bizde de orta yaşlı biri -hatta çocuklar ve gençler- günde ortalama 100-150 gram şeker tüketiyor. Bu rakamı günde 250 grama kadar yükseltenler var.
FRUKTOZ ŞURUBU SUÇLANIYOR
şekerin kaynağı yalnızca çayınıza attığınız, tatlılarınıza karıştırdığınız bakkal şekeri değil. şeker farklı isimler, akla gelmeyecek kılıklarda gıdaların içine bir şekilde giriyor! Eğer meşrubat içiyorsak adı “yüksek fruktozlu mısır şurubu” ya da “mısır şurubu”, bazen “dekstroz, sükroz” olabilirken, market raflarından sepetimize doldurduğumuz paketlenmiş gıdalarda (çorbalar, krakerler, salata sosları, kahvaltı gevrekleri, dip soslar, jeller, reçeller, dondurma ve sorbeler, meyveli yoğurtlar, meyveli dondurmalar, fındıklı kakaolu ezmeler) maltoz, sükroz olabiliyor. Kısacası tam bir şeker bombardımanı karşısındayız. Beyaz bombardıman sadece şekerle de sınırlı kalsa neyse. Eskiye oranla daha fazla beyaz ekmek, beyaz pirinç, beyaz patates, beyaz undan yapılmış atıştırmalar (krakerler, bisküvi, gofretler, poğaça ve börekler) yeniyor. Dolaplarımız, çekmecelerimiz, okul çantalarımız ve tabii ki sofralarımız neredeyse birer rafine karbonhidrat ve şeker deposu haline geldi. Fast food beslenme bir özenti olmaktan çıktı, alışkanlık, hatta bağımlılık olma yolunda. Ve bu gidişin sonu da doğal olarak insülin direncinden başka bir şey olamaz.
Proteinsiz olmaz!
Sağlıklı bir beslenme planında günlük protein alımınız, kilonuzun başına 0.8-1 g kadardır. Örneğin 65 kilo olan biri günde 50-60 g protein almalıdır. Diyette yeterli düzeyde protein almazsanız, kalp dokusunda hasar oluşabilir, deri, diş gibi pek çok doku zarar görebilir. Ayrıca diyette protein alımınız sınırlanınca, diyetin karbonhidrat ve yağ içeriği artacaktır. Böyle bir diyet uygulaması kısa bir süre sonra kilo vermenizi engelleyecek, kaybettiğiniz kiloların önemli bir kısmının sudan ve kas dokusundan olmasına neden olacaktır. Uyguladığınız diyette günlük olarak 2 bardak az yağlı süt veya yoğurt, 90-100 g kadar tavuk, balık, hindi eti veya kırmızı et, 1 ince dilim az yağlı peynir mutlaka bulunmalıdır. Haftada 1 kez haşlanmış yumurta yemeye özen gösterin. Ara öğünlerde 2-3 adet ceviz veya 5-6 adet fındık, badem protein alımınıza yardımcı olacaktır. Haftada 2-3 kez salatalarınıza 3-4 yemek kaşığı haşlanmış mercimek veya nohut ekleyebilirsiniz. Süt, yoğurt ve peynir bu gruba girer. Bu gruptan her gün en az bir kibrit kutusu kadar peynir ile bir su bardağı süt-yoğurt tüketilmelidir. Bu gruptaki besinler kalsiyum A vitamini ve B vitaminlerinden zengindir. Büyüme ve kemik sağlığının korunmasında büyük yararları vardır. Bu nedenle büyüme ve gelişme çağında olan çocukların, gençlerin, gebe ve emzikliler ile yaşlıların diğer yetişkinlere göre, bu gruptan daha çok besin tüketmelidirler. Yağı azaltılmış ve enerjisi sınırlanmış diyetlerde yarım yağlı ve yağsız olanları tercih edilmelidir. Taze sebze ve meyveler, diğer besin gruplarından alamadığımız C vitaminini sağlarlar. C vitamininden zengin besinler; yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, çilek, şeftali, domates ve patatestir. Sebze ve meyvelerden yeşil ve sarı renkte olanlar A vitamininin öncüsü olan karotenlerden zengindir. Ayrıca yeşil yapraklı sebzeler B vitaminlerinden, birçoğu da E ve K vitaminlerinden zengindir. Bu gruptaki yiyeceklerin birkaçının çiğ ya da pişmiş olarak 4-5 porsiyon halinde günlük menülerde yer alması önerilir.
Neden kadınlara Viagra vermiyoruz?
Sildenafil (Viagra), erkekte ereksiyon sorununu tedavi etmek için kullanılmaktadır. Diğer benzeri ilaçlar tadanafil (Cialis) ve verdanafil’dir (Levitra). Bu ilaçlar, penisteki kan damarlarının genişlemesini sağlayan nitrik asit maddesine etki eder ve bunun sonucunda artmış kan akımı cinsel uyarı durumunda ereksiyonun devamına yardımcı olur. Uyarı olmadığında etkisi yoktur. Kadınlar için ise benzeri bir tedavi yoktur, ancak antidepresan kullanan kadınlarda bazen Viagra işe yarayabilir. Kadında olan seksüel disfonksiyonun çoğu cinsel isteksizlikle ilgilidir ve çoğunlukla sosyal, ailesel, eşiyle ilgili problemler söz konusudur. Bazen şeker, MS gibi hastalıklar veya genital hastalıklar da ilişki sırasında acı, yanmaya sebep olabilir, menopozda incelmiş vajen duvarı da acı yapabilir. Bütün bu durumlarda jinekoloğun tedavisi gerekir. Uzun süreli genital hastalıklar da cinsel ilişkiden soğumaya sebep olabilir. DR. ERHAN CANKAT
İnatçı hıçkırık
Hıçkırık, diyafram ve interkostal kasların aralıklı, aniden ve istemsiz olarak kasılması sonucunda oluşur. Dakikada 4 ila 60 defa olabilir. ıki aydan daha uzun süren hıçkırığa ‘inatçı hıçkırık’ denir, erkeklerde daha sık görülür. Hıçkırık vagus ve frenik sinir iritasyonuna, santral sinir sistemi hastalıklarına, özellikle alkole bağlı metabolik hastalıklara veya psikolojik nedenlere bağlı oluşabilir. Nefes tutma, çay kaşığı ile şeker yutmak gibi ilaç dışı tedavilerle yanıt alınamazsa ilaç tedavisi denenebilir. ınatçı hıçkırıkta hipnoz ve akapunktur faydalı olabilir. Frenik siniri bloke edici yöntemler ile cerrahi tedavi dirençli vakalarda tedavi seçeneği olabilir. DR. EROL AVŞAR