Paylaş
Eğer bu ayrıntıya dikkat etmezseniz ne gününüzü formda, zinde ve keyifli geçirebilir, ne yiyip içtiklerinizin sağlayacağı sağlık faydalarını/enerjiyi yeterince hissedebilir, ne de uyuduğumuz uykuların -süresi yeterli olsa bile- dinlendirici ve enerji yükleyen iyileştirici etkisini gerektiği kadar fark edebilirsiniz. Diğer taraftan muhakkak ki hepimizin “farklı krono tiplerimiz” yani “biyolojik saatlerimiz” var. Ve yine muhakkak ki o farklı “krono tip yapılanmalar”ın arka planında da yine bir genetik temel; yani “genetik mirasımız” yatıyor. Ama unutmayalım ki o miras -ister güçlü ister zayıf olsun- “yaşam tarzımız” ve “çevremiz” ile etkileştiği kadar kronobiyolojimiz yani “zaman takvimimiz”e uyumumuz ile de etkileşiyor. İşte bu nedenle ne zaman takvimimizle/kronobiyolojimizle ne de krono tipimizle çatışmaya girmememiz gerekiyor.
İYİ BİLGİ
İYİ HAYATIN SIRRI KRONOBİYOLOJİDE GİZLİ
Bilimsel verilerle net ve açık olarak gösterildi ki sağlığımızın da bir “zaman saati” var. Ve bu saat kısaca “biyolojik saat/kronobiyoloji” olarak tanımlanıyor. Aslında tek bir biyolojik saatimiz de yok, bedenimiz ve vücudumuzun 24 saatlik günlük döngülerini ayarlayan, enerji üretimi, bakım onarım, metabolik süreçler, hormonal dengeler, enerji üretimi ve benzeri döngüleri düzenleyen farklı biyolojik saatlere sahibiz. Ama ne iyi ki -eğer o kronobiyolojimize uygun yaşarsak- o farklı saatler sağlıklı ve senkronize bir işleyişle “hastalıkta ve sağlıkta, çocukluk, gençlik ve yaşlılıkta” bize tam ve kusursuz bir “iyi hayat” yaşatabiliyor. Ama eğer bu farklı saatler dikkate alınmaz, görevlerini usulünce ve zamanında yerine getirmelerine yardımcı olunmazsa hücrelerimizin metabolizması bozulmaya, enerji üretimleri devreden çıkmaya, başta DNA hasarları olmak üzere onarım süreçleri sekteye uğramaya başlıyor. Dolayısıyla o hücreler ve takiben de dokular ve organlar beklenenden daha erken ve daha kötü yaşlanıyor. Çoğumuz farkında değiliz ama biyolojik saatlere uyumsuz bir hayatı ısrarla sürdürecek olursak daha sık hastalanıyor ve daha kötü yaşlanıyoruz. Daha sık nezle girip oluyor, daha çok alerjik sorun yaşıyor, daha fazla depresyona yakalanabiliyoruz. Ve yine aynı hata nedeniyle “Alzheimer’dan Parkinson’a, şeker hastalığından hipertansiyona ve romatizmal sorunlardan kanserlere” kadar pek çok sağlık sorununa aday haline geliyoruz. Kısacası “NE YEDİĞİMİZ, NE KADAR UYUDUĞUMUZ, NE SIKLIKTA EGZERSİZ YAPTIĞIMIZ” muhakkak ki önemlidir. Ama iyi bilelim ki en az bunlar kadar “NE ZAMAN YİYİP, NE ZAMAN UYUDUĞUMUZ VE NE ZAMAN EGZERSİZ YAPTIĞIMIZ” da yani “BİYOLOJİK SAATLERİMİZE NE ÖLÇÜDE UYGUN BİR HAYAT TARZI SÜRDÜRDÜĞÜMÜZ” de çok ama çok mühim bir “iyi yaşam ayrıntısı”dır.
ÖNEMLİ BİR SORU
GENETİK Mİ EPİGENETİK Mİ
Genetik kodlarımızın çevresel koşullar ve hayat tarzımızla etkileşerek bizi ve hayatımızı şekillendirdiği kesindir. Diğer taraftan DNA haritamızın netleşmesinin genlerimizi daha iyi anlamamızı sağladığı da şüphe götürmez. 2000’li yıllara girerken “genom projesi” sayesinde bizi biz yapan 30 bin genimizi oluşturan 8 milyar harfi net ve açık olarak tanımladık.
Ama itiraf edelim ki o “8 milyar harfin dizilimindeki sırlar” hâlâ “hiyeroglif yazılar” gibi çözülmeyi bekliyor. İşte bu karmaşık “genetik kod”u çözümlemenin ise “epigenetik” sayesinde başarılabileceği biliniyor. Dolayısıyla tıbbın geleceği bu kodu kırmakta, içeriğini doğru anlamakta, nasıl yönetileceğini doğru yorumlamakta yatıyor. Özetle “GENLERİMİZ”, “YAŞAM TARZIMIZ” ve “ÇEVREMİZ” arasındaki etkileşim bedenimizin neden iyi ya da kötü çalıştığı ve nasıl daha iyi yönetilebileceği ile ilgili gizli sırların cirit attığı “SİHİRLİ BİR ÜÇGEN”i oluşturuyor. Ve bu üçgenin tam ortasında da “BİYOLOJİK SAAT” var.
ÖZETİ ŞUDUR
GENETİK MİRAS KADER DEĞİLDİR
Her birimiz biriciğiz ve bir taneyiz! Her birimizin farklı bir “kullanım kitapçığı” var. Ve o kullanım kitapçığının kapağında da “genetik miras” yazıyor. O mirasın nasıl kullanılacağına ise biz (yaşam tarzımız), çevremiz (yaşam koşullarımız) ve biyolojik saate uyumumuz yani “epigenetik” karar veriyor.
Paylaş