Kötü çevre, iyi genleri de bozar

Siz hayata "merhaba" demeden aylarca önce, daha ilk hücrenizin oluşumundan başlayarak ne gibi "yaşam sınavlarından" geçtiğinizi ve bu sınavlarda başınıza nelerin geldiğini bilseniz, halinize (en kötü gününüzde bile) binlerce kez şükrederdiniz.

Yumurtanın döllenmesi, "embriyo" haline gelmesi, sonra da bu küçük ilk canlıdan bir bebeğin şekillenmesi, anlatılması çok zor ve uzun bir hikayedir.

DÜNYAYA sapasağlam gelebilmek, binlerce genin, yüz binlerce hücrenin işbirliğini gerektirir. Biz hekimlere göre sadece "sağlıklı bir bebek olarak doğabilmek" bile her şeyin yolunda gittiğini gösteren çok önemli bir gelişmedir, teşekkür ve saygı gerektirir.

Genetik, son yılların en çok ilgi gören tıp dallarından biri. Bunun ilk sebebi "alın yazımızda yazanların çoğunun genetik kodlarımızda yazanlarla aynı şeyler" olduğunu öğrenmemizdir. Hayatta sizi ne gibi şanslar ya da şanssızlıkların, yani nasıl bir yazgının beklediği büyük ölçüde genlerinizde kodlanmış, gen haritanıza yazılmıştır. İkinci nokta ise bilim adamlarının son yıllardaki çalışmalarıyla "genetik mirasın bir kader olmadığını" ortaya koymalarıdır. Genelde siz genlerinizin emrettiği biçimde bir yaşam sürersiniz, ama bu etkiden şu veya bu şekilde kendinizi sıyırmanız da mümkündür. Genetik haritanızdaki bazı şanssızlıklardan erken teşhisle, ilaçlarla, yaşam tarzı değişimleriyle veya gen terapisi ile korunmanız veya tedavi olmanız olanaklıdır. Üçüncü ve en önemli noktaysa "başımıza gelenlerin çoğunun genlerimizin yaşadığımız çevre ile olan ilişkilerinden kaynaklandığı"nın farkına varmamızdır.

İYİ GEN-KÖTÜ ÇEVRE

Çevresel faktörlerin genlerimizde yaptığı değişimler (bozulmalar, hasarlar) çok ama çok önemlidir. Güneşin oksidan zararları ile hasar gören deri hücrelerinin DNA’sında bir süre sonra kanserli deri hücreleri üreten genetik değişimler ortaya çıkar. Radyasyona maruz kalan hücrelerin DNA’ları bozulur ve bu bozulmalar kontrolsüz çoğalan, kanserleşen hücrelere dönüşümü başlatır. Yiyecek ve içeceklerinizde bulunan kimyasallar, hormonlar, böcek öldürücüler ve belki de genetiği ile oynanan besinler, genlerinizin yapısını bozarak sizi hastalandırır. Yani gen-çevre ilişkisi çok ama çok önemli bir hale gelmiştir.

Sonuncu nokta ise yaşlanma sürecinde ortaya çıkan ve genel olarak "yaşlanma ile ilişkili kronik hastalıklar" başlığı altında toplanan bazı hastalıkların da genetik haritanızla ilişki olabileceğinin belirlenmesidir. Bazı kanserlerin, kalp damar hastalıklarının, Alzheimer hastalığının, şeker hastalığının ilerleyen yaşlarla birlikte daha sıklaştığını biliyoruz. İşte bu hastalıkların ve belki de yaşlanmanın genetik kökenlerinin hayatımıza olan etkisi sandığımızdan daha önemli olabilir. Kısacası genetik kurgu, adına ister "genetik miras" ister "genetik harita" ister "yazgı" deyin çok ama çok ciddi etkileri olan bir şey.

Bizim "genetik miras" konusuna sık sık değinmemiz de bundandır. Genetik mirasın ne olup ne olmadığını şimdiye kadar birazcık öğrenmiş olmalısınız. Bu mirasın değiştirilebilir bir şey olduğunun da farkına vardığınızı düşünüyorum. Yani genlerinizi değilse bile onları etkileyen çevresel koşulları değiştirerek ve yaşam tarzınızı farklılaştırarak (yaptığınız bazı yanlışları bırakarak), daha iyi nasıl yaşlanacağınıza, yüksek bir yaşam kalitesini nasıl yakalayacağınıza biraz da siz karar veriyorsunuz.

Yaşam uzadıkça sorunlar çoğalıyor

Yaşam sürenizin uzaması, kanserler, kemik kırılganlığı artışı, şeker hastalığı, hipertansiyon, romatizmal sorunlar, bellek problemleri, cinsel zorluklar, menopoz gibi sorunlarla geçirdiğimiz süreyi de uzatmıştır. 30-40 yıl öncesinin 55-60 yıl yaşayan insanı, yukarıdaki sağlık sorunlarının bir kısmıyla neredeyse hiç tanışmıyordu. En azından bu sağlık sorunlarıyla geçirdikleri zaman toplamda 5-10 yılı geçmiyordu. 1950’li yılların 60 yıl yaşayan kadını, menopozu en fazla 10 yıl yaşıyor, kemik erimesi -Osteoporoz- ile neredeyse hiç tanışmıyor, Alzheimer hastalığına yakalanmaya fırsat bile bulamıyorlardı. Aynı yıllarda yaşayan 50 yaşındaki bir erkek için geride kalan yaşam süresi en fazla 5-7 yıldı. Onun da ne sertleşme bozukluğundan, ne de prostat kanserinden haberi vardı.
Yazarın Tüm Yazıları