Paylaş
Sağlığımızı tehdit eden sorunların ilk sıralarında kanserler var. Kalınbağırsak kanserleri sık görülen türlerinden biri. Bütün kanserler içinde görülme sıklığı bakımından üçüncü sırada yer alıyor. Kalınbağırsak kanserlerinin farklı tipleri olsa da çoğu bağırsak içinde büyüyen ve “polip” adı verilen (ciltteki saplı et benlerine benzer) oluşumlardan kaynaklanıyor. Bunlar bağırsağın duvarından başlayarak bağırsak boşluğuna doğru büyüyüp gelişen kanser öncüsü (prekanseröz) kitleler. En erken 3-5 yıllık bir süreci takiben kanserleşmeye, yani kalınbağırsak kanserine dönüşmeye başlıyorlar. Bu bilgi çok önemli. Poliplerin varlığı erken dönemde fark edilir de polipler temizlenebilirse sorun kansere dönüşme fırsatı bulamadan çözümlenmiş oluyor.Doktorların “50’li yaşlardan sonra ortalama 5 yıllık aralıklarla kolonoskopi yaptırmayı ihmal etmeyin!” tavsiyesinin sırrı da işte bu bilgide yatıyor. Kolonoskopi basit, kolay uygulanabilen, acısı sızısı olmayan bir inceleme yöntemi. Bağırsaklarınızın içi “kolonoskop” adı verilen ve ucunda ışık yayan bir kamera bulunan aletle neredeyse milim milim taranıyor. Eğer varsa polipler yakalanıp temizleniyor ya da erken dönemde bir kanser söz konusuysa teşhis anında konulabiliyor. Kısacası kolonoskopi sadece bir tarama testi değil aynı zamanda bir tedavi aracı görevi de üstleniyor. Geçen hafta periyodik kolonoskopik incelememi yaptırdım. Bu mükemmel ve son derece etkili “tarama testi”ni de bu vesileyle size bir kez daha hatırlatmak istedim. Detaylar için buyurun...
Kolon kanseri çok tehlikeli
Pek çok hastalık gibi kalınbağırsak kanserleri de öyle 3-5 gün içinde birdenbire oluşuveren tümörler değil. Çoğunun oluşumu en az beş yıllık bir zaman dilimi gerektiriyor.
Bağırsaktaki bir polipin veya ülserli bir oluşumun polipe dönüşmesi zaman alan bir değişim gerektiriyor. İşte bu nedenle sağlık taramaları yapılırken belirli aralıklarla kolonoskopik incelemelerden de geçmek lazım.
Kalınbağırsak kanserine yakalananların sayısında son yıllarda ciddi bir artış var ve ne yazık ki bu artıştan da beslenme hatalarımız sorumlu.
Aşırı kırmızı et tüketimi, kötü hayvansal yağlar ile trans yağların fazlaca tüketimi, posalı, doğal, tam gıdalar, sebzeler ve bakliyat grubu yiyeceklerin daha seyrek tüketilmeye başlanması, besin planlarında işlenmiş ve rafine gıdalara daha çok yer verilmesi, kanserojen maddelere maruziyet özellikle etkili olan beslenme yanlışlarımız.
Bu nedenle daha çok sebze-meyve, daha çok bakliyat ve tam tahıl tüketmek, kırmızı et ve yağlı besinlere fazla yüklenmemek alınacak ilk tedbirler olmalı.
Antioksidanlardan, özellikle antosiyanin zengini (yeşil çay) ve likopen deposu (domates ürünleri) besinlerden, tümör önleyici etkisi giderek netleşen zerdeçaldan daha sık istifade etmenin de yollarını bulmamız gerekiyor.
Tavsiyem şu: Ailenizde kalınbağırsak poliplerine sık rastlanıyorsa, genetik sorun söz konusuysa, kolonoskopik incelemeleri ihmal etmeyin.
Kolin ne yapıyor?
Kolin, önemi yeni fark edilen mühim bir besin öğesi. Onu vücudumuz kendisi de üretebiliyor ama noksanlığını önlemek için besinlerle de ekstra kolin kazanmamız lazım.
Ne var ki çoğumuz onu yeteri kadar kazanamıyoruz. Oysa bu vazgeçilmez besin öğesini bir şekilde ihtiyacımızı karşılayacak miktarda vücudumuza dâhil etmek zorundayız. Çünkü kolinin devreye girdiği pek çok yaşamsal süreç var.
Mesela sinir sistemindeki iletimden sorumlu aracı kimyasal asetilkolinin üretimi için kolin zorunlu bir molekül. Asetilkolin yeterli değilse ne belleğiniz sağlam kalır, ne kalp atımlarınız düzenli olur, ne de sinir iletim sisteminiz yeterince işini görür.
Kolin DNA üretimi için de mühim bir madde. Ayrıca hücre zarlarının bütünlüğünü destekleyen yağların üretilmesi, hücreden hücreye mesaj taşıyan bileşiklerin imal edilebilmesi için de kolin lazım.
Net ve açık bir rakam olmasa da günlük kolin ihtiyacı erişkinler için 400-500 mg civarında olarak tahmin ediliyor.
Özellikle hamilelerin, alkol kullananların, menopoz dönemindeki kadınların, ağır sportif aktiviteler yapanların kolin eksikliği konusunda hassas olmaları gerekiyor.
Peki, nereden bulacağız kolini? En zengin kolin kaynakları neler? İlk sıraya dana ciğerini ve böbreğini yazın. Tavuk ciğerine de ilk sıralarda yer verin. Sakatat sevmeyenlerden misiniz? Yumurtaya yüklenin. Bir büyük katı yumurta 100 mg civarında kolin içeriyor.
Balıklarda da kâfi miktarda kolin bulunduğunu bir kenara not edin. Sebze seven biri misiniz? Karnabahara, lahanaya yüklenin. Karaciğerime destek olayım, yüksek olan homosisteinimi düşüreyim, belleğimi takviye edeyim, kanser riskini azaltayım diye düşünenlerin de kolinden daha sık ve bol yararlanmasında fayda var.
Limonlu su işe yarıyor mu?
Limonlu suyun kilo verme ve metabolizmayı dengeleme, dahası bedenin asit yükünü azaltarak alkali gücü yükseltme gibi faydaları çok sık gündeme getirilir.
Sabah aç karna içilen ılık suya eklenmiş limon suyunun bağışıklığı güçlendirebileceği, metabolizmayı takviye edip enerji düzeyini yükselteceği beklenir.
Peki, bu iddiaların bilimsel kanıtları var mı? Yoksa bunlar sadece şehir efsanelerinden mi ibaret? Bu sorulara verilebilecek net ve açık bir cevap yok. Yok ama bana sorarsanız sabah kahvaltıdan önce güne limon suyu eklenmiş ılık suyla başlamak ya da suyun içine limon eklemek yerine limon dilimleri koyup içmek hiç de fena bir fikir değil.
İsterseniz üzerine birazcık nane yaprağı ya da zencefil parçaları da ilave edebilirsiniz. Eğer bir bardak suya yarım limonun suyunu eklerseniz karşınıza çıkacak besin tablosu şudur: Bir gramdan az şeker, en fazla 5-10 kalori, günlük ihtiyacınızın dörtte birini karşılayacak kadar C vitamini ve çok az miktarda potasyum ile folik asit.
Gördüğünüz gibi limon suyunda öyle düşünüldüğü gibi mucize bir besinsel unsur yok.
Özeti şu: Sabah içeceğiniz limon suyunun kilo vermeyi hızlandıracağı, sizi toksinlerinizden arındıracağı gibi bilgilerin net ve açık bir cevabı yok.
Bana sorarsanız her şeyi bilimsel verilere bırakmanın da pek bir anlamı olmasa gerek. Keyif de karar da sizin.
Kızgınlığınızı gizlemeyin
Çoğumuz “kızgın biri” gibi görünmekten çekiniriz. Daha da önemlisi kızgınlığımızı ifade etmekten de korkarız.
Hatta biraz daha ileri gider, fevkalade kızgın bir ruh hali içinde olmamıza rağmen kızgın değilmiş gibi numara yaparız. Oysa pek çok duygu gibi kızgınlıkla ilgili duyguları da yok saymak ya da bastırmaya çalışmak iyi bir fikir değil.
Uzmanlara göre bu duygu da diğer pek çok duygu gibi dışa vurulmadığı sürece acıya, strese, iç sıkıntısına, üzüntüye ve küskünlüğe yol açabiliyor.
Ve bütün bunlar en iyi ihtimalle uzun vadede beyni de kalbi de yoruyor. Dozunu kaçırmamak şartıyla kızgınlığınızı ifade etmekten çekinmeyin.
Paylaş