Paylaş
KOLESTEROL “hayati”, yani yaşam için zorunlu maddelerden biridir. İnsan vücudu, günde yaklaşık 1 gram civarında olan kolesterol ihtiyacının dörtte üçünü kendi üretir. Geri kalan 200-300 mg ise besinlerle kazanılır. Kolesterol üretiminin temel merkezi karaciğerdir. Günlük kolesterol üretiminin %70-75’ini karaciğer üstlenir. Geri kalan üretim böbreküstü bezlerinde, üreme organlarında ve ince bağırsakta yapılır.
Karaciğer kolesterolü besinlerle aldığınız doymuş yağlardan üretir. Bu nedenle de yağdan, özellikle doymuş yağlardan (hayvansal yağlar, margarinler, bazı bitkisel yağlar) zengin beslenenlerde kolesterol üretimi artar, bu tür yağların kısıtlandığı kişilerdeyse üretim azalır, kan kolesterol seviyesi düşer.
FAZLASI NEDEN ÖNEMLİ?
Kolesterol olmadan hayatımızı sürdürebilmemiz mümkün değildir. Bunun anlamı şudur: Kolesterol sadece sağlık için değil, hayat için elzem olan bir maddedir. Seks hormonlarımız testosteron ve östrojen kolesterol olmadan üretilemez. Yani üreyip çoğalmamız bile bir ölçüde kolesterol sayesinde mümkündür. Hücrelerimizin duvarları da bütünlüğünü kolesterol sayesinde korunur. Sinir ve beyin hücrelerinin etrafını saran koruyucu kılıfta da kolesterol temel maddedir. Dahası kolesterol safra üretiminde de önemlidir. D vitamini başta olmak üzere başka birçok yaşamsal maddenin (örneğin kortizol hormonunun) üretimi için de kolesterol lazımdır. Kafanızı daha fazla karıştırmak istemiyorum ama şunu bilmeniz lazımdır: Vücudumuzda belirli bir miktarda kolesterol olmazsa sağlığımız bundan ciddi biçimde etkilenir.
Bedensel fonksiyonlarımızın sağlıklı bir biçimde yerine getirilmesi için belirli bir miktarda kolesterole sahip olmamız iyi bir şey ama mevcut bilimsel verilerin büyük bir kısmı kolesterolün fazlasının da zararı olabileceğini gösteriyor. Bu konuda görüşleri tamamen ters olanlar da var. Onlara göre kanda kolesterol miktarının artması bir tehlike değil, bir savunma reaksiyonu, hatta bir şans! Bu görüşte olanların da dayandıkları birkaç bilimsel araştırma var ama sayıları oldukça az.
FAZLASI NEDEN ZARARLI?
Klinik-poliklinik uygulamalarımızda şunu çok iyi biliriz ki, toplam kolesterolü 300-350 mg/dl altında olmayan ama yaşı 80’i geçip de kalbi hala tıkır tıkır çalışan yüzlerce insan var. Diğer taraftan üst üste tekrarlayan kalp krizleri geçirmelerine rağmen kolesterol seviyeleri tamamen normal bulunan hastalar olduğunu da biliyoruz. Tartışmalar da zaten bu “istisna” sayılabilecek gözlemlerden kaynaklanıyor. Aslında bunların da istisna olup olmadığı tartışmalı. Çünkü ne “kolesterol yüksekliği kalp damar hastalıklarının tek ve biricik sebebi”, ne de “kalp ve damar hastalığının oluşabilmesi için kolesterolün normalden yüksek olması vazgeçilmez bir zorunluluk”tur. Kalp damar hastalıklarının ve/veya genelde aterosklerozun yani yaygın damar sertliği sorununun kolesterol yüksekliği kadar önemli hatta ondan daha da önemli başka birçok nedeni var.
Koroner anjiyo ve stend tedavisi de tartışılmalı
BU tartışmayı yalnızca kolesterol ilaçlarının doğru zamanda ve doğru yerde kullanılıp kullanılmadıklarıyla da sınırlı bırakmamalıyız. Pek çok hekim ve hasta ülkemizde koroner anjiyo uygulamalarının zaman zaman gereksiz yere yapılabildiği düşüncesinde. Özellikle koroner anjiyoya alternatif gibi gösterilen ve halk arasında “anjiyosuz anjiyo” diye adlandırılan tarama amaçlı koroner BT incelemelerinin zaman zaman gereksiz yapıldığını söyleyebiliriz. Pahalı ve aynı zamanda yüksek dozda radyasyon maruziyetine yol açabilen bu uygulamanın da “kime, ne zaman yapılacağı” konusunda tartışma açılması lazım. Stend ne zaman gerekli?” konusunu da tartışmak lazım. Çünkü bizzat kalp uzmanlarının bazıları ülkemizde stend uygulamalarının da biraz abartıldığını düşünüyor.
EGZERSİZ DAHA YARARLI
Ve bazı araştırmalar düzenli egzersiz yapmanın neredeyse stend tedavisinden daha üstün olabileceğini gösteriyor. Mesela yeni tamamlanan bir çalışmaya göre “günde 20 dakika bisiklet egzersizi yapan kişilerde kalp ile ilgili sorunlara stend takılanlara oranla daha az rastlanıyor!” Sadece bu bilgi bile stend tedavisi konusunu da tartışmaya açmamıza yeter. Bu tartışmaların yapılması insani, etik ve bilimsel çizgide kalındığı sürece hastaların da hekimlerin de yararına olacaktır. Tartışalım ve ne bilimsel verilere kulak tıkayalım ne de teknolojinin ya da ilaçların tutsağı olalım!
Diğer risklere dikkat!
SİGARA içmek veya kan şekeri ve tansiyonu yüksek biri olmak, en az kolesterol yüksekliği kadar hatta ondan da önemli faktörler. Kalp damarlarının plaklarla daralıp tıkanmasına yol açan ve “majör riskler” olarak bilinen daha pek çok faktör var: İyi kolesterol HDL’nin azalması ile birlikte trigliserid seviyelerinin yüksek olması, hareketsiz bir yaşam ve aşırı kiloluluk ya da obezite sorunu, ağır stres durumu ve/veya depresyon ve genetik eğilim! Bu “Risk listesi”ni uzatmak mümkün: Uyku sorunları, öfke, şiddet, ağır endişe-kaygı halleri gibi... Kısacası kanda kolesterol yükselmesi kalp damarlarının mutlaka hastalanması anlamına gelmiyor. Tersine kolesterolün düşük olması da kalp krizine karşı bir garanti olarak görülmüyor.
İnsülin direnci daha önemlidir
ÖNEMİNİ son yıllarda çok daha iyi fark ettiğimiz çok önemli bir damar riski var: İnsülin fazlalığı (hiperinsülinemi) ve buna eşlik eden insülin direnci sorunu. Bu sorun, bir taraftan damarları doğrudan etkileyerek –damarları genişleten ve sertleşmesine engel olan nitrik oksit gibi maddeleri azaltarak; damarları tıkayan iltihabi ve pıhtı oluşturucu süreçleri devreye sokarak- diğer taraftan kandaki, şeker ve yağ dengesini etkileyip, damarsal yaşlanmayı hızlandıran süreçleri tetikleyerek damar sağlığını ve bütünlüğünü bozup damarsal yaşlanmayı ciddi ölçüde hızlandırıyor.
VE SONUÇ...
KISACASI kolesterol yüksekliği sorunu çok önemli. LDL kolesterolün özellikle “LDL-3 ve LDL-4” olarak bilinen yoğun ve küçük tiplerinin artması çok daha önemli. Özellikle bu artışa iyi kolesterol HDL’nin düşüklüğü de etki ediyorsa sorun çok daha fazla ciddiye alınmalı. Çünkü bu kişilerin hemen hemen tamamında yukarıda anlattığım “insülin fazlalığı ve insülin direnci sorunu” da oluyor. Bunların çoğu ya “prehipertansif” ya da “hipertansif” kişiler. Ve yine çoğu ya “prediyabet” (gizli diyabet hastaları) ya da farkına varılmamış “Tip II diyabet” olguları. Dahası bu insanların çoğunda “göbeklenme” ve “ürik asit fazlalığı” gibi diğer risk faktörleri de bulunabiliyor. Kısacası bunlar çok sayıda riski birlikte taşıyan, genetik olarak da şanssız insanlar.
Paylaş