Paylaş
Cevremizde panik atak, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi ruhsal, sinirsel kolit, rahatsız ayak sendromu gibi hem ruhsal hem de bedensel bazı hastalıklarda korkunç bir artış olduğunun farkında mısınız?
Uykusuzluktan yakınanlar da gırla gidiyor, hemen hemen her üç kişiden biri “uyku sorunu” çekiyor. Ayrıca birçok insan “yorgunluk, halsizlik, bitkinlik” nedeniyle hastane kuyruklarında sıra bekliyor, yine pek çok insan “çarpıntısı” ya da artık dayanamadığı “baş ağrısı” sorunu nedeniyle doktorların kapısını aşındırıyor.
“Moda hastalıklar” diye de tanımlanan bir grup hastalıktan söz ediyorum. Bunlar son 20 yılda hayatımıza adeta “balıklama dalan” yeni ve farklı sağlık sorunları.
Peki, ne oldu da bu hastalıklar böylesine sıklaştı? Sorun hayatımızdaki değişimlerden kaynaklanıyor. Bizi aslında yaşadığımız değişimler –ki bu değişimlere “travma” demek daha doğru olur- hasta ediyor... Aklınıza hemen şu sorunun geleceğine eminim: “Nedir o bizi hasta eden değişimler?” İşte yanıtı…
SORUN NE?
Korkunç bir hızla kalabalıklaşıyor, dingin, sessiz, sakin köy, kasaba hatta küçük şehirleri bile terk edip gürültülü, itişi kakışı bol, yaşam tarzı yarışmacılığa dayalı büyük şehirlere, metropollere, daha doğrusu “kalabalıklara” taşınıyoruz. Ve ne yazık ki kalabalıklaştıkça kendimizden de çevremizden kopup “yalnızlaşıyoruz!”
Çünkü bu kaçış ya da kopuşlar bizi yeni, farklı, daha zor bir hayatın içine itiyor, aidiyetlerimizden, gelenek, görenek ve adetlerimizden köklerimizden koparıyor.
Uzaklaştıkça, kopup yalnızlaştıkça daha endişeli, daha korkak, daha kırılgan yapılara dönüşüyoruz. Neticede beden ruh ilişkimiz bozuluyor, kendimiz, çevremiz ve geçmişimize yönelik duygularımız zedeleniyor.
Ortaya çıkan çatışmaların sonuçları da bize ya baş ağrısı, çarpıntı, uykusuzluk, mide bağırsak spazmları, halsizlik, yorgunluk ya da el ayak uyuşmaları gibi psikosomatik sorunlarla geri dönüyor.
ÇÖZÜM NE?
Çözüm bu kötü sarmaldan kurtulmanın yolu aidiyet duygularımızı güçlendirmek, hayatımızın manevi yanlarını zenginleştirmek, geleneksel değerlerimize bir şekilde yeniden dönmekten geçiyor. Akrabalık, hemşerilik, dostluk, arkadaşlık ilişkilerini yeniden tanımlamaktan, bunları geri dönülmez bir hızla içinde yol aldığımız yeni hayata uyarlamaktan geçiyor. Bedensel sağlık kadar ruhsal sağlığı da öncelemekten, beden ruh ilişkisini daha çok ciddiye almaktan, kendini iyi hissetme arzusuna odaklanıp kendine iyi bakmaktan geçiyor. Kısacası artık yeni ve daha mükemmel bir hayat planlamanın vakti çoktan geldi, hatta geçiyor, elimizi çabuk tutalım...
AKLINIZDA OLSUN
Ara öğün ayrı, atıştırma ayrı şey!
Ara öğün ve atıştırma kavramları tamamen birbirinden farklıdır. Ana ve ara öğün aralarınızı 3 saatlik zaman aralıkları ile ayarlayın. Ana öğünden hemen 1 saat sonra açlık duyuyorsanız ve kuru meyve, grissini, kepekli bisküvi gibi karbonhidratlı besinlerden elinizi alamıyorsanız yolunda gitmeyen metabolik bir sorun vardır, dikkat edin.
Ara öğün seçimlerinizde fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumları (yanına hep alışık olduğunuz kuru meyveleri eklemeden!), süt, yoğurt, ayran gibi proteinli besinleri tercih edin. Ara öğünlerde karbonhidratı (taze meyve, esmer ekmek gibi) proteinsiz (peynir, süt, yoğurt) bırakmayın.
DYT. NİLÜFER BAYRAM
BİR ÖNERİ
Ev yapımı alkalen su
4 adet çubuk tarçın, 1 orta boy yeşil elma (kabuklu çekirdekleri çıkarılmış, dört eşit parça olarak), 1 dal nane, 2 çorba kaşığı narı bir sürahinin içerisine yerleştirin ve 1 tatlı kaşığı karbonat ile 2 lt suyu üzerine dökün, gün içerisinde öğün aralarında tüketin
NOT: Alkali suyu haftanın her günü taze olarak hazırlayıp içebilirsiniz.
DYT. MÜGE BAŞER
Paylaş