Paylaş
Bu yeni değil eski bir bilgi ama önemli mi önemli. Dayandığı araştırma ise 3-4 yıl kadar önce yayınlandı.
O araştırmada uzmanlar ızgara ya da tavada fazla kızartılmış etlerin demans (bunama) riskini artırabileceğini saptadı. Nedeni de bu tür pişirme sürecinde oluşan ve “ileri (son) glikasyon (şekerlenme) ürünleri” denilen maddelerin kızartılmış, yanmış, aşırı ısıtılmış et ürünlerinde çok fazla bulunmaları.
Araştırma insanlar değil, hayvanlar üzerinde yapıldı. AGE ve benzeri toksik maddelerin sadece bunamadan değil, damar sertliğinden böbrek yetmezliğine, kalp güçsüzlüğünden cilt kırışıklığına kadar pek çok kronik sorundan da sorumlu olabilecekleri çok iyi biliniyor.
İleri glikasyon son ürünleri (AGE) denilen bu ürünlerin protein ve yağların kandaki şekerle etkileşmeleri neticesinde de oluşabildikleri ise çok iyi bilinen bir konu.
Kızartılmış, yanmış, aşırı ısıda pişmiş gıdaların bedenimize yüklediği AGE miktarlarını da bir başka yazıda paylaşacağım. Şimdilik şunu bilelim yeterli:
Besinleri kızartmak ya da çok yüksek ısıda pişirmek iyi bir seçim değil. Özellikle kuru sıcakta, yani nemsiz ortamda ve çok yüksek ısılarda pişirilen yemeklerin sadece besin değerleri azalmıyor, içlerinde AGE ve benzeri toksik yapılar da oluşmaya başlıyor.
Atkı bazen hayat kurtarabilir mi?
Soğuk kış günlerinde baş-boyun bölgesini aşırı soğuktan korumanın en etkili yollarından biri de boynumuza sardığımız atkılar.
İngiltere’de yapılan bir araştırma, soğuktan koruyan o atkıların, dikkatli ve doğru kullanıldıkları takdirde bizi gelişebilecek bir astım krizinden de koruyabileceklerini göstermiş. Bu nedenle de İngiltere’deki ASTHMA UK girişimi “Atkı hayat kurtarabilir” sloganlı bir kampanya başlatmış.
Kampanyayı ben de beğendim ve sevdim. Astım problemi olanlara da duyurmak istedim.
Bilindiği gibi soğuk havanın doğrudan solunması solunum kanallarını “bronşları” daraltabiliyor. Bu gelişme de muhtemel bir astım krizini davet edebiliyor.
“Atkı önlemi” aslında sadece yaşlılar değil, KOAH sorunu olanlar ve sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirenler için de mühim bir tedbir. Havaların hızla soğuduğu bugünlerde bu güzel bilgi de aklınızda olsun istedim.
Sabah kapılan virüsler daha tehlikeli
1 yıl kadar önce İngiltere’de (Cambridge Üniversitesi) yapılan bir araştırma gösterdi ki sabah saatlerinde vücuda giren virüslerin enfeksiyon oluşturma ihtimalleri daha yüksek ve bu enfeksiyonlar beklenenden daha şiddetli belirtilere neden olabiliyor.
Aynı çalışmaya göre sabah kapılan virüslerle hastalanma ihtimali de en az 10 kat artıyor. Bunun muhtemel nedeni de bedenimizin sabah saatlerinde enfeksiyonlara daha açık olması.
Özeti şu: Özellikle sabah saatlerinde gripten, nezleden korunma önlemlerinizi maksimuma çıkarmanızda fayda var.
Az uyuyup zinde kalkmak mümkün mü?
Mümkün! Çünkü günde sadece 4-5 saat uyumasına rağmen yorgunluktan etkilenmeyen insanlar da var. Bunun muhtemel bir nedeni de bu kişilerdeki muhtemel bir genetik değişim!
Ama yine de siz siz olun, “yeterli uyku, kaliteli uyku” meselesinden taviz vermeyin. Vermeyin zira “az uyuyup çok iş yapmak” ile övünen ve öyle de bilinen İngiltere’nin eski başbakanlarından Margaret Thatcher’ın Alzheimer hastalığına yakalandığını hepimiz biliyoruz.
Ve yine biliyoruz ki uykusuzluk depresyondan hipertansiyona, kalp krizinden beyin felçlerine pek çok sağlık sorununun da davetçisi.
Şeker cildimizi mahvediyor
Sağlıkla, keyifle, bilgi, tecrübe ve güzel anılar biriktirerek, büyüyen bir aile içinde yaşlanabilmek kadar güzel bir şey var mı? Peki “yaşlılığın tatsızlıklarından” daha az etkilenecek, yani bellekleri bozmadan, damarları sertleştirip kalınlaştırmadan, güzel uykulara hasret kalmadan, “aşırı kuruyup kırışmadan” bir ciltle yaşlanmaya ne dersiniz? Bu soruyu herkesin “Ben de isterim hocam” diye karşılayacağından hiç şüphem yok! Peki mümkün mü?
Tümüyle mümkün olmasa da yapılabilecek bazı şeyler var ve siz onların çoğunu zaten biliyorsunuz. Ama bunlardan bir tanesi var ki önemi her geçen gün daha bir netleşiyor. O konu hakkında bilinen şeyler her geçen gün biraz daha ön plana çıkıyor.
Ne mi o “yaşlanma faktörü” diyorsanız “yanıt” başlıkta yazılı: Şeker! Daha doğrusu aşırı şeker yükünün yol açtığı şekerlenme meselesi. Konunun detaylarını yakında kısa bir “yazı dizisi” şeklinde sizlerle paylaşacağım. Çoook şaşırtıcı bilgiler var. Şimdilik azıcık “bekleyin” diyorum...
Üç kelimede hayat: “Hamdım, piştim, yandım”
Herkesin sevdiği, daha doğrusu gelmesini iple çektiği aylar vardır, olmalı da, benim de böyle aylarım var. Bunlardan biri de aralık ayı.
Aralık ayını sevmemin farklı sebepleri olduğu da kesin. Bunlardan biri eski yılı sağlık ve huzur içinde tamamlama keyfi, diğeri de yaklaşan yeni yılı karşılama heyecanı.
Aralık sevgim sadece bu ikiliyle sınırlı da değil. Yaklaşan kar yağışlarını beklemenin heyecanı da listeye dâhil. Ama çok daha mühim, çok daha özel bir sebebi daha var benim için aralık sever biri olmamın.
Aralık ayı benim belleğimde her şeyden önce bir “hamdım, piştim, yandım” ayıdır. Mevlana’yı anma, yeniden ve tekrar tekrar hatırlama zamanıdır. Aralık heyecanım özellikle 17 Aralık’ta Şeb-i Aruz’da doruğa çıkar.
Şeb-i Aruz düğün gecesi anlamına geliyor. Mevlana ölümü “sevgiliyle buluştuğu an” olarak tanımladığı için düğün gecesine benzetiyor.
Devamını ondan okuyalım: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi. Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Şiirdeki satırları ve yazının başlığını Skylife/Business dergisinden aldım, dergiyi hazırlayanları kutlarım.
Paylaş