40’lı yaşları tamamlayıp, orta yaş virajına girenleri bekleyen sorunlardan biri de "eklem kireçlenmesi" yani "Osteoartrit"tir.
Osteoartrite bağlı eklem sorunlarını "kireçlenme" diye tanımlamak, sadece bizim dilimize has olmalıdır. Aslında eklemde oluşan değişimler, kireçlenmeden yani eklemde kalsiyum birikiminden çok, kıkırdaklarda oluşan ilerleyici harabiyettir.
Osteoartrit erkeklerde de görülür ama en çok orta yaş ve sonrası kadınların canını yakar. Hastalık, özellikle diz eklemleri ve kalçalara yerleştiğinde oluşturduğu ağrılar ve hareket kısıtlamaları nedeniyle, yaşam kalitesini bir hayli bozar. Artrozun, kilo fazlalığı olanlarda, menopoza girenlerde, eklem travması (düşme, burkulma, vurma) yaşayanlarda daha sık görüldüğü bilinmektedir.
Artrozun en çok yerleştiği eklemler, diz ve kalça eklemleridir. En önemli sorun ise eklem ağrılarıdır. Hasta eklemde şişme, kızarma, hareket güçlüğü, merdiven çıkma ve inmede zorlanma ise diğer belirtilerdir. Özellikle sabah saatlerinde belirgin olan eklem ağrısı ve tutukluğu, hareket edince eklemlerin ısınmasıyla azalmaktadır.
TEDAVİDE YENİ GELİŞMELER VAR
Artroz tedavisinde son yıllarda ciddi gelişmeler sağlandı. Daha güçlü ve yan etkisi daha az ağrı kesicilerin kullanılmaya başlanması bunların en önemlilerindendir. Yeni üretilen ilaçlarda, daha önce yaşanan sindirim sistemi ve mide rahatsızlıkları, kanamalar, karaciğer ve böbrek problemleri önemli ölçüde azaltılmıştır. Diz içine verilen kayganlık atırıcı maddeler de (Hyaluronik Asit) şimdi daha yaygın kullanılmaktadır.
Ağır bir cerrahi girişim yapmadan, endoskopik yöntemlerle uygulanan küçük cerrahi girişimlerde müthiş ilerlemeler kaydedilmiştir. Bazı ortopedi uzmanları, bu alanda ciddi düzeyde uzmanlaşmıştır. Bu operasyonlarda, kıkırdaklarda oluşan harabiyetler ustaca onarılmakta, eklemlerde oluşan harabiyetler önemli ölçüde düzeltilmektedir.
Tedavisi imkansız hale gelen eklemlerin yapay eklemlerle değiştirilmesi sürecinde de dev adımlar atılmıştır. Eklem protezi ameliyatları, özellikle diz ve kalça eklemlerinde başarıyla uygulanmaktadır. Fizik tedavi araçlarındaki gelişmelerin de etkisiyle, artroz sorunu artık daha iyi kontrol edilebilen bir hastalık olma sürecine girmiştir.
EKLEMLERİNİZE İYİ BAKIN
Eklem sorunları, yaşlanma sürecine girenleri derin derin düşündüren problemlerin başında yer almaya devam ediyor. Yaşam süresi uzadıkça, eklemlerlere daha çok ihtiyacınız olacak. Özellikle ayak, diz ve kalça eklemlerine gözünüz gibi bakmalısınız.
Eğer artroz ile ilişkili sorunları yaşamak istemiyorsanız, aktif bir yaşam sürmeye, kilo fazlalığıyla mücadele etmeye, kaslarınızı ve eklem çevresindeki tendonlarınızı güçlendirmeye, eklemlerinizi travmalardan korumaya özen göstermelisiniz. Eklem problemlerinizi daha ortaya çıkar çıkmaz yani ilerlemeden çözmeye gayret etmelisiniz. Unutmayın; sizi yaşlılığa taşıyacak olan onlardır!
Doğal yöntemler de işe yarıyor
Artroz hastalığının tedavisinde, doğal tedavi araçlarından da yararlanılıyor. Glikozamin Sülfat en yaygın olarak kullanılan doğal moleküldür. Kabuklu deniz hayvanlarının kıkırdaklarından elde edilen bu madde, düzenli olarak (günde 750-1500 mg) kullanıldığında, kıkırdak harabiyetini azaltmakta ve yeni kıkırdak oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Ortalama üç aylık kullanım sonrasında hastalar, ağrılarında ve eklem hareketliliğinde belirgin iyileşme oluştuğunu belirtmektedir.
Glikozamin’in Kondroidin Sülfat ile birlikte kullanılması, etkinliği daha da artırmaktadır. Bu ikili moleküle MSM, Omega-3 yağları gibi başka doğal destekleri ekleyenler de var. Artrozun tedavisinde kullanılan diğer bir doğal ürün de Same’dir. Bu doğal molekül de artroz sürecinde oluşan değişiklikleri azaltabilmektedir.
Son zamanlarda, özellikle Almanya’da çok kullanılan yeni bir madde daha var: Kollajen Hidrozalat. Hayvanlardan elde edilen kollajenin ağız yoluyla alındıktan sonra bağırsaklardan emilebilir hale gelmesi ve bu kollajenin vücutta bir eklem tamircisi gibi görev yapması enteresandır. Üretici firma, özellikle kilo fazlalığı sorunuyla meydana gelen eklem sorunlarında bu ürünün oldukça yararlı olduğunu belirtmektedir. Kollajen Hidrozalat’ının etkili olduğunu bazı bilimsel çalışmalar da onaylamıştır.
Erkekleri de ateş basıyor
Sıcak basmaları sadece menopoz döneminde olan kadınlara has bir problem değildir. Testosteron seviyesi azalan erkeklerin de tıpkı menopozdaki kadınlar gibi bu sorundan şikayet ettikleri bilinmektedir. Testosteron eksikliğinden başka bazı ilaçların ve hatta muhtemel bazı hormonel değişimlerin de erkeklerde sıcak basmalarına neden olabileceği belirtilmektedir. Öyle görünüyor ki erkekleri de ateş basıyor, menopoz erkekleri de terletiyor, yakıyor. Erkek menopozu belki de gerçekten var!
Yağın raf ömrü uzarken
sizin ömrünüz kısalıyor
Trans-yağlar, kısmen hidrojenasyon denilen kimyasal bir yöntem ile üretilir. Sıvı bitkisel yağlar (sağlıklı tekli doymuş yağlar) hidrojen atomları ile bağlanır ve katı yağ haline dönüşür. Bu, yağın kremamsı kıvamından, pürüzsüz yapısından ve derin yağda kızartma tekniğinde tekrar tekrar kullanımından dolayı yiyecek endüstrisi için ideal bir yağ gibi görülmektedir. Ama bu "ideal" hál, damarlar söz konusu olunca tam bir kabusa dönüşmektedir!
Kısmen hidrojene edilmiş yağlar yiyeceğin raf ömrünü uzatır. Aynı zamanda işlem görmüş yiyeceklerin ağızda memnun edici bir tat bırakmasını da sağlar. Yağlı krakerlerin, patlamış mısırın, kızartılmış balık çubuklarının, kremamsı dondurulmuş yiyeceklerin, ağzınızda eriyen kurabiyelerin ve hamur işlerinin hoş tatları biraz da (ne yazık ki) bu yağlardan gelmektedir.
TEREYAĞINDAN DAHA KÖTÜ
Hidrojene yağlar doymuş yağlara alternatif olarak daha sağlıklı görülmektedir. Eskiden yumuşak margarinleri kullanmak tereyağı kullanmaktan daha iyidir şeklinde açıklamalar yapılırken, pek çok araştırma sonuçta aslında trans-yağların daha kötü olduğunu gösteriyor.
Bu doğrudur. Doymuş yağlar total ve LDL kan kolesterolünü yükseltir. Trans-yağlar da aynısını yapar, ama aynı zamanda HDL kolesterolü de azaltırlar hem de ciddi bir şekilde! Ayrıca trans-yağlar kanda trigliserit düzeyini artırır, bu da kalp-damar hastalığı riskini yükseltir.
Trans-yağların bir günde toplam tüketimleri, gelişmiş ülkelerde şimdilik bir-iki gram ile sınırlandı. Birkaç yıl içinde trans-yağ içeren ürünler Amerika ve Avrupa’da tamamen yasaklanacak. Yediğiniz cipslerin, gofret ve bisküvilerin, fırınlarda üretilen kurabiye, kuru pasta ve gevreklerin çoğunun ve bazı margarinlerin ciddi birer trans-yağ deposu olduğunu unutmayın.
Gaz sorunu canınızı sıkıyorsa
n Yapay tatlandırıcılardan uzak durun. Sorbitol ve ksilitol ihtiva eden sakız ve şekerlemeler sıklıkla gaz yapar, bunları da kullanmayın.
n Yavaş yavaş yiyip için, besinleri uzun uzun çiğneyin ve küçük parçalar halinde yiyin.
n Gaz yapıcı karbonhidratlı besinlerden uzak durun. Gaz yapıyorsa daha az sebze (salata, çiğ sebzeler) ve sebze yemekleri (lahana, brokoli, karnabahar) yiyin. Bakliyatları (fasulye, nohut vb.) pişirirken ıslatma suyunu kullanmayıp atın. Taze suda pişirin.
n Gaz yapıcı içeceklerden uzak durun.
n Sebzeleri buharda pişirin ya da haşlayın.
n Süt ürünlerinden kaçının. Mutlaka kullanıyorsanız mümkünse "laktozsuz" ürünlere yönelin. Kolay kullanılan laktaz enzimini ihtiva eden damla ve kapsül şeklindeki ürünlerden (Lactaid) yararlanın.
Sebzeleri sıkarak suyunu içiyorum. İçindeki posa miktarı azalır mı?
Posa: Vücudun süpürgesi
Yaz mevsimi yaklaşırken, vücutta biriken serbest radikalleri atmak için antioksidan depoları olan sebze ve meyveleri farklı şekillerde, bol miktarda tüketmeye başladık. Değişik sebzelerden sebze suları elde ederek haftalık sebze suyu kürleri uygulamak gerçekten de vücudun antioksidan kapasitesini artırmaya yardımcı olabilir.
Hazırlanan her sebze suyu karışımının içinde bulunması gereken en önemli yiyecek likopenin başlıca kaynağı domates. Bunun yanı sıra A vitamini deposu havuç da bu karışımlara hem renk hem lezzet katabilir. Sebze suları iyi fikir ancak posa alımınız azalır mı? Burada önemli olan uygulanan sıkma yöntemidir. Kabukları ile katı meyve sıkacaklarından geçirilen sebzeler, daha sonra biraz portakal suyu ve su ile sulandırılarak tüketilirse posa miktarı ancak 1-2 gram etkilenmektedir.
Bazı araştırmalar, sıkılarak tüketilen sebzelerin içeriğindeki antioksidan maddelerin bağırsaktan daha kolay emilebildiğini göstermektedir. Meyveleri ise mümkün olduğunca posası ile tüketmenizi öneririm, çünkü meyveyi posası ile tüketmek glisemik indeksinde önemli bir değişiklik yapmaz. Meyveleri sıkarken posası büyük oranda kaybolabilir. Sebze suyu karışımlarına örnekler;
l Domates, havuç, maydanoz, lahana, yer elması.
l Kereviz, maydanoz, salatalık, domates, tarçın.
l Enginar, domates, maydanoz, lahana.
İki hafta önce diyet yapmaya başladım. Ayda bir kontrole gidiyorum. 1400 kalorilik bir diyet listem var. Ama her gün aynı şeyi mi yemem gerekiyor, bilemiyorum. Listemin değişmesi gerekiyor mu?
Hep aynı diyet mi?
Sabırsız olduğunuzu ve elinizdeki listeye ödev gibi baktığınızı sorunuzdan çok rahat anlayabiliyorum. Bu soruya net bir şekilde cevap verebilmek zor. Çünkü size hazırlanmış 1400 kalori ile iki haftada ne kadar kilo kaybettiğiniz, sağlık probleminizin olup olmadığı ve beslenme öykünüz çok önemli...
Diyetinizin kalorisi sürekli değişmesi gereken bir kavram değildir. Diyetiniz ile kilo kaybı sağlayabiliyorsanız, aynı kaloriyi koruyarak diyeti çeşitlendirmek sizin sıkılmanızı önler. "Hep aynı diyet mi" diye sızlanmak istemiyorsanız, diyetisyeninizden yapmak istediğiniz değişiklikler konusunda yardım isteyin. Örneğin diyette öğle yemeğinde 100 gr. kırmızı et yazıyor olabilir. Siz bunun yerine 150 gr. tavuk, balık veya etli kurubaklagil tüketebilirsiniz.
Sürekli haşlanmış tavuk yemek yerine farklı yöntemlerle pişirip tüketmek, diyetinizi zenginleştirir ve sizin kalori hesabıyla uğraşmanızı engeller. Örneğin tavuğu bir gün sebzelerle fırında pişirmek, bir gün mantarla sote halinde tüketmek birkaç alternatiftir. Bunu zenginleştirmek için biraz meraklı olmak gerek...