Kafalar fena halde karışık. Analar babalar had safhada kararsız ve şaşkın. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Yani o eski reklamdaki ünlü cümleyi tekrarlamanın tam zamanı: Ağzı olan konuşuyor. Eğer küçük bir bebeğiniz, okula giden bir çocuğunuz ya da yaşlı bir ana babanız varsa bugünlerde işiniz gerçekten zor. Çünkü Sağlık Bakanlığı bana göre bu krizi pek iyi idare edemedi. Sigara yasağında gösterdiği başarıyı ne yazık ki domuz gribi sorununda gösteremedi. Sayın Umur Talu’nun deyimiyle zannetti ki “Türkiye için aşı vakti” diye ilan edince herkes kuzu olup sıraya giriverecek. Oysa zaman bilgi çağı. Bilgiye ulaşmak ise son derece kolay. O kadar kolay ki her şey gibi bilgi de hızla kirleniyor.
Kimi “Ben bu aşıyı yaptırmam, çünkü içinde cıva var, alüminyum var, çocuklarımın, anamın babamın başına bir iş gelmesinden korkarım” diyor, yıllardır yaptırdığı aşıların içinde de cıva olduğunu bilmiyor! Kimi “Bu aşının daha güvenlisi varmış, onu neden getirmediler?” diye soruyor ama bu tip aşının üretim miktarının son derece kısıtlı olduğunun farkında bile değil.
Bırakın anaları babaları bilim dünyası bile “aşı olup olmama konusunda” ortadan yarılmış durumda. Benim gibi “Risk altında olanlar aşılanmalı” diyenler de var, “Yok kardeşim ben bu aşıyı çocuğuma asla yaptırmam” diyen de. Yani yine aynı yazarımızın deyimiyle “tedbirsizlikten de, tedbir kılığındaki düzenbazlıklardan da, virüsten de, aşının yan etkilerinden de, bilmemekten de, bildiğimizi sanmaktan da, cahillikten de, çokbilmişlikten de” korkmanın tam zamanıdır. Hepimize Allah kolaylık versin...
ÇÖZÜM NE?
Peki, ne yapacağız? Ben durduğum yerde duruyor, geçen hafta da yazdığım gibi “risk altındakilerin bu aşıyı yaptırmalarında fayda olduğu” düşüncemi koruyorum. Bana göre “6-36 ay arası bebeklere, genel durumu bozuk organ yetmezliği sorunu olan yaşlılara, bağışıklık sistemi zayıf ya da çökmüş durumda olan kişilere” aşı yapılmalı. Alerjisi olanlara özellikle yumurta alerjisi olduğu bilinenlere ise asla uygulanmamalı. Daha önceden polinöropati öyküsü olanların da aşıdan önce ciddi bir değerlendirmeden geçmelerinde yarar var. Tabii esas kararı çocuğunuzu izleyen çocuk sağlığı uzmanları, ana babanızı izleyen ya da sizi takip eden iç hastalıkları uzmanlarına bırakmalısınız. Bugün sayfamızda karşı görüşte olan doktorlardan birine Prof, Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın da görüşlerine yer verdik. Güvenilir bir bilim adamı ve mükemmel bir insan olduğunu çok iyi bildiğim Ahmet hocanın görüşlerini de dikkatle okuyun. Ve küçük bir not daha: Ahmet Rasim hocanın bu tür karşı duruşları bazen işe yaramıştır, aklınızda olsun! Salgın tehdidine gelince: Ben de böyle bir tehdidi şimdilik görmüyorum.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta diyor ki:
“Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her sene bu günlerde dünya çapında grip salgını olacağını ve milyonlarca insanın hastalanıp öleceğini ilan ediyor ama çok şükür ki bu gerçekleşmiyor. Aşağıdaki cümleyi korkmadan okuyun çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün Asya ve Pasifik Direktörü Shigeru Omi’nin bu ifadesi 4 sene öncesine ait. “Önümüzdeki aylarda çıkması beklenen pandemide 2 milyardan fazla insan gribe yakalanacak ve iyimser senaryoda 2-7 milyon, kötümser senaryoda ise 100 milyon insanın ölecek.” Tabii ki DSÖ haksız çıkıyor veya yalancı duruma düşüyor diye sevinmiyorum ama DSÖ’nün her söylediğinin gerçekleşmeyeceğinin de bilinmesi şart. Benim bu konudaki kişisel kanım, önümüzdeki kış dünyayı sarsacak bir H1N1 salgının olmayacağı şeklinde. Ülkemizde, şu günlerde Ankara’da olduğu gibi elbette yeni pek çok H1N1 vakaları çıkacak ve ölenler de olacak, elbette bu medyanın gündeminin birinci sırasına oturacak, elbette birileri çıkıp ‘Bakın gördünüz mü iyi ki 500 milyon dolar verip aşı olmuşuz’ diye gerinecekler ama inanıyorum ki atılan taş ürkütülen kurbağaya değmeyecek. Nasıl DSÖ grip için farklı zamanlarda çeşitli öngörülerde bulunuyor, iyi ve kötü senaryolar açıklıyor ve çoğu zaman da yanılıyorsa, eh tabii ben de insanım ben de yanılabilirim. Koskoca DSÖ yanılıyorsa varsın bir seferlik de ‘küçük usta’ yanılsın, ne çıkar yani. Ama lütfen ‘İnşallah senin dediğin çıkar‘ temennisinde bulunmayı da ihmal etmeyin, çünkü benim yanılmam kimsenin hayrına olmayacak.”
Yaşlandıkça bel çevresi neden büyüyor?
Genel olarak yaşın ilerlemesiyle birlikte kas ve yağ dokusu arasında bir mücadele başlar. Kas dokusu kaybı yerini yağ dokusuna bırakır. Aynı kiloda kalsanız bile karın çevrenizdeki görüntü değişikliğinin temel nedeni budur. Eğer karın çevresi için özel bir aktivite planı (tempolu-hızlı yürüyüş gibi) uygulamıyorsanız kaslarınızın yağlara teslim olacağı ilk bölgelerden birisinin bel çevresi ve karnınız olacağı kesindir. Özellikle menopozla birlikte kadınlarda ve 60 yaş civarında testosteronu azalan erkeklerde bu durum belirginleşip, sorun haline bile gelebilir. Bu nedenle ilerleyen yaşlarda aldığınız kaloriyi düşürmek (yavaşlayan metabolizma için zorunda kaldığımız bir durum), harcadığınız kaloriyi artırmak (düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı) etkin bir önlem. Bu kaçınılmaz süreç içinde bayanlarda vücut yağı yüzde 30’un, erkeklerde yüzde 20-22’in altında korunduğu sürece kas dokusu ve yağ dokusu arasındaki mücadele kazanılmış demektir. Bu değişimi zaman zaman bir diyetisyenden yardım alarak kontrol altında tutmakta yarar var.
Düzenli egzersiz kanser riskini azaltır mı?
Evet! Egzersiz kanserden korunmada da işe yarıyor. Farklı ülkelerde, farklı yaş gruplarında yapılan çalışmalar düzenli egzersiz yapanlarda kalın bağırsak, meme ve prostat kanserine yakalanma olasılığının ciddi oranda azaldığını gösteriyor. Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma düzenli egzersiz yapan erkeklerde prostat kanseri riskinin bir hayli azaldığını ortaya koyuyor. Kanada, Fransa, Japonya ve Amerika’da yapılan yeni çalışmalar kadınlarda göğüs kanserine yakalanma olasılığının düzenli egzersizle azaltılabileceğini ispatlıyor. Ayrıca düzenli egzersiz kadında da erkekte de kalın bağırsak kanseri riskini düşürüyor. Düzenli egzersiz alışkanlığı için her gün 30-45 dakika yürümek yetiyor. Egzersizin en etkili anti-aging hapı (!) olduğunu ve bunu damar yaşlanmasını geciktirerek başardığını da hatırlatalım. Düzenli egzersiz yapanlarda kalp ve beyin damar hastalığı olasılığı azalıyor, kalp krizleri ve felçler en aza iniyor. Egzersizin bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi göze alındığında yaklaşan kış nedeniyle egzersiz daha da önemli hale geliyor. Birkaç hatırlatma daha: Egzersiz belleği koruyor depresyon olasılığını azaltıyor, uykusuzluk problemini en aza indiriyor. Ve tabii ki başarılı bir kilo kontrolünün anahtarı da düzenli egzersiz yapmaktan geçiyor.
Kolajen ve hiyalüronik asit ağız yoluyla faydalı olabilir mi?
Kolajeni ağız yoluyla kullanarak cilde destek olmak eski bir düşünce. Bu amaçla bir Japon firması 2000’li yıllarda kolajen eklenmiş bir “güzellik çorbası” bile üretti. Birkaç hafta önce ajanslar kolajen eklenmiş neskafeyi bir firmanın Singapur’da piyasaya sürdüğünü duyurdu. Kötü haber uzmanların ağız yoluyla alına kolajenin sindirim sisteminden emilemediği ve bu nedenle de faydalı olmadığını gösteren çalışmalar... Ve aynı şekilde ağız yoluyla hiyalüronik asit kullanımının da faydalı olamayacağını söyleyen çok sayıda kozmetik dermatolog var. Sonuç olarak güvenilir çalışmalar sonuç vermeden bilimsel araştırmalar onaylamadan ağız yoluyla kolajen ya da hiyalüronik asit kullanarak cildinize yardımcı olmayı şimdilik unutun!
CoQ kullanmak istiyorum nasıl başlamalıyım?
Eğer bedeninize antioksidan destek kazandırmak istiyorsanız işe CoQ ile başlamak en etkili yollardan biri. CoQ10’un marifetlerini daha önce de yazdım. Ben bu desteği özellikle enerji üretimine yardımcı olduğu kalp dahil tüm kasları desteklediği belleği güçlendirip kolesterolle mücadeleyi kolaylaştırdığı için yıllardır kullanıyorum. Günde 30 miligramlık bir dozla başlamanız yetiyor. İki aylık kürler halinde kullanabilir 1-2 aylık sürelerle ara verebilirsiniz. En doğrusu sabah kahvaltısında almaktır. Ben kahvaltıyı takiben 100 mg.lık bir CoQ10 kapsülünü zeytinyağı ile temas ettirerek bol suyla yutuyorum. Bunun nedeni CoQ10’un yağ ile birlikte daha fazla emildiğini düşünmem. Eğer CoQ10’dan daha güçlü bir cilt yardımı bekliyorsanız onu alfa lipoik asit ile birlikte kullanmanızı öneririm. Alfa lipoik asidi aç karnına almanız iyi olur. Günde 200 miligramlık bir doz yeterli. Alfa lipoik asit mükemmel bir antioksidan ve özellikle cilt dokusunda iyi çalışır.
HAFTANIN DİYET TÜYOSU
IN
Düşük glisemik indeksli besinler (şeker, un, nişasta yok!) Metformin kullanmak (Doktorunuzla konuşun) Yeşil çay içmek Krom desteği almak Yürüyüş yapmak Yokuş çıkmak Sık yemek Yağsız yoğurt Kuru fasulye (az miktarda) yemekleri Ağırlık çalışması (orta düzeyde) yapmak
OUT
Düşük yağlı besinler Sibutramin kullanmak (Doktorunuzla konuşun) Yosun kapsülleri Hoodia desteği Elma hapları HCG iğneleri yaptırmak Ağır egzersizler Aç gezmek Az yemek Öğün atlamak Meyve (özellikle tatlı meyveler)