Cinsel işlev bozuklukları yalnız erkeklerde görülmez. Bu soruna kadınlarda da sık rastlanır. Ama ne var ki onlar sorunu paylaşmada erkeklerden daha isteksiz davranır.
Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozuklukları “vajinismus”, “cinsel isteksizlik” ve “uyarılma problemi”dir. Araştırmalar bu problemlerin arkasında genellikle psikolojik nedenlerin yattığını gösteriyor. Kadınlarda cinsel işlev bozukluklarının psikolojik nedenleri arasında en sık rastlanılanlar şunlar: Negatif beden imajı, düşük benlik saygısı, çekingenlik, edilgenlik ve yetiştirilme faktörü ile geleneksel etkiler, dini ve ahlaki inançlar, aile içindeki yapısal bozukluklar (zayıf ve güçsüz bir anne, baskıcı, sert ve otoriter bir baba), cinsel taciz ve travmalara maruz kalmalar, cinsel fobiler, cinsel kimliğe ilişkin yapılanma sorunları... Bazı kadınlarda evlilik içi çatışmalar, eşe ilginin kaybedilmesi, eşin cinsel beceriksizliği, gebe kalma korkusu, stres ve üzüntü kaynağı olabilecek bazı yaşam değişimleri, yaşla veya çekicilikle ilgili duyulan endişeler, eşte cinsel işlev bozukluğunun bulunması gibi nedenler de etkili olabiliyor. Kadınlarda cinsel işlev bozukluğunun başka nedenleri de var. Tecrübesizlik, kısıtlı ön sevişme süreçleri, suçluluk duygusu, performans eksikliğinin yarattığı ruhsal gerilimler de etkili olabiliyor. Diğer taraftan kızlık zarını yitirme korkusu, tecrübesizlik, eşini memnun edememe endişesi bu sorunda rol oynayabiliyor.
İLAÇLARA DİKKAT!
Cinsel işlev bozukluğuna ilaçların da yol açabileceği biliniyor. Özellikle lityum, depresyon ilaçları, psikoz tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ve bazı tansiyon ilaçları, kadınlarda da cinsel isteği azaltabiliyor. Diğer taraftan cinsel istek azalması, tiroid bezi tembelliği, böbrek üstü bezi hastalıkları, kalp yetmezliği, solunum yetmezliği gibi bedensel sorunlardan da kaynaklanabiliyor. Kısacası cinsel isteksizlik ve genel anlamda cinsel işlev bozukluğu, kadınlarda da önemli bir problem haline gelebiliyor.
Gaz ve şişkinlik
Aşırı gazdan şikayet eden hastaların çoğunda ortalama gaz üretiminde artış olmaz, ancak bu hastalarda normal gaz miktarına karşı hassasiyet oluşur. Yemek yerken, sıvı veya sigara içerken, sakız çiğnerken büyük oranda hava yutulur. Ancak bu havanın büyük kısmı geğirme ile çıkarılır, ufak bir kısmı ince bağırsaklara geçer. Öte yandan bağırsaklarda yaşayan zararsız bakteriler tarafından da gaz üretilir. Lahana, Brüksel lahanası, brokoli ve bazı tahıllar daha fazla gaz üretimine neden olmaktadır. Laktozu sindiremeyen kişilerde de aşırı gaz oluşumu görülür. Ayrıca diyabeti olan hastalarda bağırsak hareketleri yavaşladığından aşırı bakteri üremesi olur ve sonuçta gaz miktarında artış olabilir. Bazı kişilerde aşırı geğirme ve yellenme görülebilir. Gaz, bazen de bağırsağın kıvrım yerlerinde sıkışabilir ve şişkinlik, kramp tarzında karın ağrısına yol açabilir. Ayrıca spastik kolonu olanlarda normal miktarda gaza karşı hassasiyete rastlanabilir. şişkinlikten yakınan kişiler gaz yapıcı gıdalardan uzak durmalıdır. Ayrıca bir hekime danışarak kendilerine en uygun ilacı öğrenmelidir. PROF. DR. EROL AVŞAR
Yumurtalık ve meme kanseri arasındaki ilişki
Vücutta kanser oluşmasının sebeplerini bulmaya yönelik bilimsel çalışmalar devam etmekle birlikte, riski artıran nedenler ve aynı kişideki farklı kanserlerin birbiriyle ilişkileri de açıklanmaya çalışılmaktadır. Değişik bilim dallarının birbirlerine katkısı ile bu konuda doğru çözümleme oluşmaya başlamıştır. Sizlere ulaştırdığımız bilgilere bile yurt dışındaki bilim adamlarının katkıda bulunması çok sevindiricidir. Yumurtalık kanseri olan kadınların büyük çoğunluğunda kalıtımsal genetik bir değişim (mutasyon) olmamakla birlikte yumurtalık kanserini oluşturan risklerin en belirgini meme kanseri geni olan BRCA1 (Breast Cancer Gene 1) veya BRCA2 (Breast Cancer Gene 2) genlerindeki mutasyondur. BRCA1 mutasyonu olan kadınlarda, bu mutasyon olmayanlara oranla yumurtalık kanserine yakalanma riski yüzde 35-70 artmıştır. BRCA2 mutasyonunda bu artış yüzde 10-30 arasıdır. American Cancer Society’ye (ACS) göre hayat boyu yumurtalık kanserine yaklanma riski yüzde 1,5’tur. Ancak bir kadında bu mutasyonlar varsa ve Eskinazi Yahudisi ise risk çok artmaktadır. Yumurtalık kanseri ile genetik ilişkisi olan bir başka sendrom da kalıtsal nonpolipoz kolorektal kanserdir (HNPCC). Ailevi HNPCC olan kadınlarda rahim içi, kalın bağırsak, mide ve yumurtalık kanseri riski artmıştır. Bu artış, BRCA mutasyonu olanlarınki kadar fazla değildir. Bazen yumurtalık kanseri bu mutasyonlar görülmeden de ailevi olabilir. Yine ACS’ye göre ailesinde böyle birden fazla yumurtalık kanseri olan kadınların riski yüzde 10-15 artmaktadır. Bütün bunlardan başka yumurtalık kanserinde şişmanlık, yaşın ilerlemiş olması, çocuk doğurmamak veya kısırlık, meme kanseri geçirmiş olmak gibi nedenler riski artırır. Doğum kontrol hapları yumurtalık kanserinden korunmakta faydalı bulunmuştur. Yeni yayınlanan meta analizde ise (Journal Gynecologic Oncology) özellikle sadece östrojen ile menopoz tedavisi yapıldığında riskin artışına dikkat çekilmektedir. Eğer hormon tedavisi 5 yıldan uzun sürmüşse risk artışı daha fazla bulunmuştur. DR. ERHAN CANKAT
Sıfır beden tarihe karıştı!
Sıfır beden deyimini “eskimiş trendler çöplüğü”ne çoktan yolcu ettik! Aslında yağ miktarı iyice azaltılmış bir vücudun, bedensel ve ruhsal sağlığı bozduğunun anlaşılması kolay olmadı. Yağ kaybı abartılırsa bağışıklık sistemi mahvoluyor, hormonal üretim neredeyse duruyor, metabolizmanın işleme tarzı neredeyse berbat bir hale geliyor. ışte bu nedenle yeni trend “ideal kilo” yerine, “sağlıklı kilonun hedeflenmesi” oldu. Yani mutlaka “dal gibi” olmanız gerekmiyor. Çünkü “trendsetter”lar da, sağlık uzmanlarına uydular(!) ve ideal kilo yerine sağlıklı bir kiloda kalmanızı öneriyorlar. Ancak küçük bir şartları var: Mutlaka hareket edecek, aktif bir yaşam süreceksiniz! Kısacası artık çok zayıf olmak değil, sağlıklı bir kiloda kalmak, zayıflamak değil, kiloyu yönetmek ve kolay, sağlıklı, eğlenceli ve mutlu kilo vermek moda... Umarız bu süreç moda olarak kalmaz da klasikleşir!