Paylaş
Beslenme alışkanlıklarımız bizi zannettiğimizden de fazla etkiler. Bunun pek çok örneği var. Doymuş yağları çok fazla tükettiğimizde -mesela etin, sütün, yoğurdun, peynirin yağlısını yer, tereyağını fazlaca abartırsak- bedenimiz ne kadar sağlıklı, genetiğimiz ne kadar güçlü olursa olsun kolesterolümüz yükselmeye başlar.
Çok fazla alkol alıp aşırı karbonhidrat kaynaklı kalori -örneğin tatlı meyveler, meyve suları, beyaz pirinç, beyaz ekmek, unla yapılan her türlü tatlı, tuzlu yiyecekler- kazanacak olursak trigliseridimizin artması da kaçınılmazdır.
Hayvansal protein tüketimini abartır, kabuklu deniz ürünlerini, hayvan iç organlarını -ciğer, böbrek, dalak, kokoreç- çok yediğimiz veya şekeri (tatlıyı), özellikle de meyveyi artırınca da ürik asit artışı -hiperürisemi- ile karşı karşıya kalırız. Benzer şekilde sürekli tatlı şeyler yiyip şeker tutkunu bir hayat sürmek (genetik mirasımız da müsaitse) pankreasımızı yormaya başlar.
Önce reaktif hipoglisemi atakları, takiben tokluk şekeri yükselmeleri -gizli şeker, prediyabet- ve nihayet kan şekerinin kalıcı bir şekilde yüksek hale gelmesi -tip2 diyabet/yetişkin tipi diyabet- kaçınılmaz hale gelir.
NE YERSEN OSUN!
Özetle sağlıklı mı, hasta mı olacağımız, annemiz veya babamızla aynı mı, farklı mı kaderi paylaşacağımız, damarlarımızda dolaşan kanın sağlıklı olup olmadığı, hücrelerimize giden enerji ve besin maddelerinin faydalı ya da zararlı şeyler içerip içermediği ve daha pek çok şey “neyi, ne zaman, ne kadar ve ne sıklıkta yiyip içtiğimizle” birebir ilişkilidir. Bu bilginin bir anlamı da şudur: Sağlam ve sağlıklı biri genç de olsa yanlış beslenme alışkanlıkları edinerek kan şekerini, kolesterolünü, ürik asidini, trigliseridini yükseltebilip şeker hastası, damar hastası, gut hastası, hatta hipertansiyonlu biri haline gelebilir.
Bir başka deyişle yiyip içtiklerimiz bizi hasta da edebiliyor, hastalıktan korunmamızı da sağlayabiliyor. Beslenme sağlık ilişkisi yalnızca bu basit çerçeve ile de sınırlı değildir.
Fotoğrafın bir de arka yüzü var ki en az ön yüzü kadar önemli. Neyi, ne zaman, nasıl ve ne kadar tüketeceğimizi bilmezsek iyi bir genetik mirası bozabileceğimiz gibi, sağlıklı beslenerek kötü bir genetik mirası iyileştirebilmemiz de mümkün. Nasıl mı? İşte cevabı...
BABANIZIN HİKÂYESİ
Diyelim ki babanızın diyabeti (şekeri) var. 50’sinden sonra diyabetle mücadele etmeye başlamış ama bu işi ciddiye alıp yeterince başaramamış, olup biteni iyi anlayamamış, nasıl çözeceğini kavrayamamış, daha 50’sinde ilk kalp krizi atağını geçirmiş.
Ne yazık ki sorunlar bununla da bitmemiş. 55’inde göz içi kanamaları, 60’ında ikinci bir kalp krizi atağı, bu nedenle yapılmış bir bypass operasyonu ve/veya stent uygulamasına maruz kalmış. 60’lı yaşların ortalarında ise “kötü yaşlanmaya aday” biri olma yoluna girip bellek sorunları, ayak yaraları, kalp yetmezliği, böbrek problemleri derken evi, doktoru ve hastanesi arasında mekik dokumaya başlamış.
SİZE GELİNCE...
Aynı genetik mirasa sahip siz ise genç yaşlarda “Ben bu geleceği paylaşmak istemiyorum!” dediniz ve kendisine sağlıklı bir yaşam planı çizmeye karar verdiniz.
Karbonhidrat tüketimini (özellikle şekeri, unu ve nişastayı, paketlenmiş rafine karbonhidratları), fast food yiyecekleri, tuzu, doymuş yağlardan zengin gıdaları olabildiğince azalttınız. Kendinize “proteini mantıklı”, “karbonhidratı akıllı”, “yağları faydalı” bir beslenme modeli oluşturdunuz. Bununla da yetinmeyip sigaradan, alkolden uzak durdunuz, düzenli bir “aktivite ağırlıklı hayat” oluşturdunuz. Babanız gibi kalın belli, göbekli biri olmadınız ve olmayacaksınız.
Bu “yeni hayat”ın sizi daha farklı bir geleceğe yönelttiğini söyleyebilirim.
Bunları başarabildiğinizde, bir, muhtemelen asla diyabet hastası olmayacaksınız. İki, kalp damar hastası haline gelmeyeceksiniz.
En azından babanızın yaşadığı bu iki önemli sorunu 60’lı yaşlara kadar öteleme şansı yakalayabileceksiniz.
Üç, ilk ikisi mümkün olmasa bile yani diyabete dur diyemeseniz de daha başarılı mücadele stratejileri geliştirip bu gibi sorunların kalbe, böbreğe ve beynine vereceği zararları minimuma indirme şansı yakalayacaksınız.
SONUÇ
Lütfen unutmayın: Ne yiyorsanız osunuz! Yiyip içtikleriniz, sağlam ve güçlü bir genetik mirasa sahip olsanız da sizi hasta edebilir. Lezzetten tabiî ki taviz vermeyin. Tabiî ki her şeyin tadına bakın. Tabiî ki “damak çatlatan” lezzetlerden mahrum kalmayın ama unutmayın ki o damak çatlatan lezzetlerin çoğu -maalesef- içindeki sağlık zararlısı unsurlar -karamelize şekerleri kızartılmış yağlar, bol tuz, vs- nedeniyle bir gün damarlarınızı da çatlatabiliyor. Aman dikkat!
Paylaş