Paylaş
Uzun ve sağlıklı bir ömrün sırrı hangisi? Sebze mi, bakliyat mı?
Yoksa et ve balık mı? Meyve ömrü uzatır mı, kısaltır mı?
Ömre ömür katan mucize bir besin –mesela çöreotu- var mı?
Ne yersek daha uzun ve sağlıklı bir ömrümüz olur?
Soru çok! Dahası hepimiz iyi şeyler yiyip içtikçe daha uzun, keyifli, sağlıklı, formda ve zinde bir hayat süreceğimizi düşünüyoruz. Haklıyız. Neleri yiyip içtiğimiz mühimdir. Ama bu işin bir de öbür boyutu var: Ne kadar yediğimiz? İşin bu tarafı da oldukça mühim. Neden mi? Buyurun…
YÜKTE HAFİF PAHADA AĞIR
Bilimsel veriler diyor ki; “Uzun ve sağlıklı ömrün sırrı yemekte değil, yememekte saklı!’
Daha doğrusu ‘yükte hafif, pahada ağır beslenmekte” gizli.
Kısacası yıllardır tekrarlayıp durduğum “az ye, çok yaşa” tavsiyesi hâlâ geçerli.
Bu tavsiyeyi doğrulayan yeni bir bilgi ise Amerika’dan geldi.
Brigham & Young Üniversitesi’nde John Price ve arkadaşlarının yaptığı bir deneysel çalışmanın sonuçları da uzun ve sağlıklı bir yaşamın daha az besin tüketmekle ilişkili olabileceğini doğruladı. Araştırma ünlü bir biyoloji dergisinde, “Cellular and Molecular Proteomics” de yayınlandı.
Bu yeni araştırmanın da sonuçları çok açık ve net. Eğer sağlıklı, fit ve formda bir beden istiyorsanız midenizi “çöp kutusu”, bedeninizi “çöplük” haline getirmeyin. Lütfen yapısı güçlü, vitamini, minerali, antioksidanı bol, yani pahada ağır ama yükte hafif gıdalar tüketin. Özetle AZ YİYİN! Detayları okuyacağınız kutularda özetledim. Buyurun…
NETİCE NE? PEKİ O ZAMAN NE YAPMALIYIZ?
Yaşamımızı sürdürebilmemiz için enerji kaynaklarına (protein, karbonhidrat ve yağlara / ete, balığa, süte, yoğurda, peynire, sebzeye, meyveye, bakliyata) yani yakıta ihtiyacımız var. Ama burada da “makul çizgide durup kararında kalmak”, özellikle yaşlanan bedeni aşırı gıda yüküyle boğup hırpalamamak lazım. Aşırı yakıt yükü hücreyi daha fazla üretmeye, yani çalışmaya, daha erken ve çok yorulmaya, daha çok atık ve toksik madde üretip bu üretim artıklarıyla halsiz, yorgun kalmaya ama çok daha mühimi kendi kendini tamir edebilmesi için lazım olan enerjisinde azalmaya yol açıyor. Özetle bizim yıllardır tekrarladığımız o net ve açık cümle “yaş elliyi geçince can boğazdan gelmez, gider” tekerlemesi her geçen gün yeni kanıtlar buluyor.
NEDEN YAŞLANDIKÇA DAHA AZ YEMELİYİZ
Şu kesin: Yaşlanmak, yıpranmak anlamına da geliyor.
Orta yaş çizgisinin başladığı ellili yaşları takiben “yapım süreçleri” yavaşlıyor, “yıkım faaliyetleri” hızlanıyor. Doğanın kurgusu böyle. Ama şu bilgi de kesin: Yaşlanan bedenin sorunu yalnızca eskiye oranla daha hızlı yıkılması, kırılıp dökülmesi, kirlenip paslanması ile sınırlı değil. Yaşlı bedenin kendi kendini onarabilme, “kırığını, döküğünü toparlayıp yırtığını söküğünü dikebilme” gücü de azalıyor.
RİBOZOMLARI ‘KOLLAYIN’
Kısacası yaşlı bedenler bakım onarım süreçlerinde de sorunlar yaşıyor. Oysa bu “bakım-onarım işi” çok mühim. Bu işte görevli hücre içi yapılanma ise esas olarak protein üretimi ile görevli “ribozom” isimli organcıklar. Eğer siz yaşlandıkça daha az gıda yüklenir, ribozomlarınızı protein üretme konusunda üretime/yapıma aşırı zorlamazsanız o ribozomlar bu fırsatı “hücresel tamir faaliyetlerine” ayırarak değerlendiriyorlar. Neticede de o hücreler daha çabuk onarılıyor ve daha geç yaşlanıyor.
AHMET HAKAN VE DİĞER ‘OFİSÇİLERİ’ UYARIYORUM
Ahmet Hakan, köşesinde sık sık “yeni hayat alanı” ofis yaşamı üzerine gözlemlerini yazıyor.
Sevgili Ahmet’in başına gelebilecek ofissel sağlık sorunlarından (!) pek haberi yok. O işin keyifli, eğlendirici, sosyal boyutuyla ilgili. Kronik ofisçileri bekleyen “on mühim sağlık sorununu” özetlemeye çalıştım.
- Havalandırma sistemleri, ısı değişimleri ve mikrop kaynağı olabiliyor. Mesela lejyoner hastalığı.
- Ofislerde üst solunum yolu hastalıkları önemli bir problem. Mesela nezle, grip. Mesela betahemolitik streptekok enfeksiyonları.
- Sandalye bağımlılığının getirdiği hareketsizlik sorunları: Kolay kilo alma, yağlanma. Kas kaybında hızlanma. Eklemlerde, tendonlarda tembelleşme, kireçlenme vs.
- Masada çalışmanın getirdiği ortopedik sorunlar; bel ve sırt ağrıları.
- Güneşsiz kalmanın bilinen riskleri: D vitamini eksikliğine bağlı halsizlik, keyifsizlik ve ağrılar.
- Ofis havasının yarışmacı ortamı neticesi gelişen ruhsal problemler; özellikle stres ve bağlantılı konular.
- Ofis teknolojilerinin yarattığı olumsuzluklar: Bilgisayar ekranına bağımlılıkla gelişen göz sorunları.
- Çalışma masaları ve bilgisayar farelerinin kirliliği: İngiltere’de yapılan bir çalışmada ofis masalarının en az klozetler kadar mikrobik kirlilik taşıyabileceği gösterildi.
- Sürekli oturmanın getirdiği hazım sistemi problemleri: Özellikle kabızlık, daha sık görülen reflü, kolit, gastrit vb.
- Sık görülen kronik hastalıklar: Ofis çalışanları hipertansiyona, diyabete ve damar sertliğine daha sık ve daha erken yaşlarda yakalanıyorlar.
Paylaş