Paylaş
Doğru mu yaptık? Evet, doğrusunu yaptık. Çünkü sosyal hayat da iş hayatı da mutlaka ama mutlaka yeniden devreye girmeli ve kademeli bir artışla normalleşme süreci yavaş yavaş başlamalı. Bu kademeli normalleşme sürecinde de işyerleri yeniden açılmalı, çarklar yeniden dönmeli, ekonomi yeniden harekete geçmeli. Seyahat etme özgürlüğümüzdeki kısıtlamalara kontrollü bir yumuşama getirilmeli.
Kısacası sosyal hayat da ekonomik hayat da ‘deneme-yanılma-yeni bir yol oluşturma’ şeklinde değişen kararlarla yavaş yavaş eskiye dönmeli. Turizm faaliyetleri devreye girmeli, ulaşım kısıtlamaları gevşetilmeli. Ama bütün bunlar yapılırken asla rehavete düşülmemeli. ‘Maske-mesafe-temizlik’ üçlüsü ısrarla ve özenle gündemde tutulmalı. Saydığım bu önlemlerin tamamı salgın bitene kadar bizim asli ve vazgeçilmez işlerimizden biri olmalı. Adeta öğrenilmiş/alışılmış refleksler gibi, özel bir dikkate gerek kalmadan kendiliğinden ve anında uygulanmalı.
Bu görevlerin tamamı bize düşüyor. Tamamı bizim vazgeçilmezlerimiz. Tamamı bizim işlerimiz. Eğer bu görevleri eksiksiz yapabilirsek turizm de canlanır, tatil de yapılır. Hatta o çok sevdiğimiz ve özlediğimiz maçlar, önce seyircisiz, sonra da seyircili yeniden oynanır. Ama iki şartla:
1) Biz rehavete kapılmayacağız.
2) Pandemi sürecini yönetenler de test protokollerini değiştirip sessiz taşıyıcıları da yakalayabilen yeni bir strateji hamlesine girişecekler.
BANA GÖRE: YENİ TEST STRATEJİSİ NASIL OLMALI
MEVCUT uygulamalarda PCR testini daha ziyade hastalığın teşhisi için kullanıyoruz. Oysa bu tür salgınlarda bulaşın yüzde 40’a yakınının sessiz/hayalet taşıyıcılardan kaynaklandığını gösteren net ve açık bulgular var. Çoğu yeni bulaşın, dolayısıyla ortaya çıkan yeni vakanın virüsü taşıdığından haberi bile olmayan bu kişilerden kaynaklandığı belirtiliyor.
Sessiz taşıyıcılar, virüsleri ağız ve burunlarında barındırıyorlar ama hastalığa yakalanmadan virüse karşı bağışıklık geliştirerek onu yeniyorlar. Ne var ki bu süre içerisinde bilmeden etrafına sürekli virüs bulaştırmayı sürdürüp onlarca insanı hasta edebiliyorlar. Bunlara ‘hayalet/sessiz taşıyıcılar’ deniyor. Onları belirleyip izole etmezsek, salgını sıfırlamak imkânsız hale geliyor.
Bir de virüsü taşıyan ama henüz hastalık belirtilerinin ortaya çıkmadığı kişiler var. Onlar da virüsü aldıktan 5-10 gün sonrasına kadar hastalık işareti vermediklerinden, birer virüs bulaştırıcısı olarak aramızda rahat rahat dolaşabiliyor.
Geldiğimiz bu aşamada yapmamız gereken, işte bu gibi sessiz veya hayalet taşıyıcıları tespit etmek olmalıdır. Bunun yolu da test protokolünü yenilemekten, sessiz taşıyıcı taramalarına bir an önce başlamaktan ve günlük test sayısını 50 binlerin üzerine çıkarmaktan geçiyor.
BİR SORU: VAKA SAYISINDAKİ ARTIŞLARDAN KORKALIM MI
ÖNCELİKLE şunu bilelim, vaka sayılarında zaman zaman böyle küçük artışlar olabilecektir. Önemli olanı bu artışların büyümemesi ve kalıcı bir hale gelmemesidir. Sayıdaki artışın nedenine gelince... Kanaatimce bu artışta şu faktör çok etkili oldu: Farkına varmadan kapıldığımız rehavet psikolojisi... Rahatladık! Gevşedik! İpin ucunu tamamen bırakmasak da eskiye oranla biraz daha kişisel önlemleri hafifletme yoluna gittik. Burada ‘kişisel önlemler’ meselesinin altını kalınca çizelim. Problemin berberlerin, AVM’lerin açılışından ya da yaşlılara memleket izni uygulamasından değil, ‘bizden’, kişisel önlemler almada gösterdiğimiz ihmallerden kaynaklandığını itiraf edelim.
BİR BİLGİ-YENİ ÇÖZÜM: EVDEN ÇALIŞMA
COVID-19 salgını çoğu işveren ve çalışan için evden çalışmayı bir zorunluluk haline getirdi. Bilelim ki bunun da bazı psikolojik ve fiziksel ek yükleri, olumsuz bazı sonuçları var. Yakın tarihli bir araştırma, evde çalışanların yüzde 70’inden fazlasının kendisini eskiye oranla daha yorgun hissettiğini gösterdi. Ayrıca evde çalışmanın, çalışanlarda ‘öfke, sinirlilik, mutsuzluk, uyku bozukluğu’ gibi psikolojik, ‘sırt, bel ve ağrıları’ gibi bedensel sorunlar yaşadıklarını da ortaya koydu.
Kısacası evden çalışma meseleni de masaya yatırmamızda ve enine boyuna tartışmamızda fayda var. Zira salgın rakamları, evden çalışma sürecinin biraz daha uzayabileceğini gösteriyor.
ÖNEMLİ: EVDE SAĞLIKLI ÇALIŞMA İÇİN 5 ÖNERİ
* ÖNERİ 1: İşe evinizde ayrı bir çalışma ortamı oluşturmakla başlayın.
Kanepe, koltuk veya yatakta çalışmayı bırakın. Bilgisayarınızı dizinize veya bir sehpaya yerleştirmekten de vazgeçin. İşyerinizdeki çalışma masanıza benzer bir çözüm bulun. Mümkünse de evdeki özel alanınız ile iş için kullandığınız alanı fiziksel olarak ayırmaya çalışın.
* ÖNERİ 2: Ergonomiye dikkat edin.
Sağlıklı oturma pozisyonunun, işinizde verimliliği arttırma yanında sırtınız ve boynunuzun da rahatlamasına ciddi bir katkısı sağlayacağını unutmayın. Doğru oturma şekli, sizin bilgisayar ekranını 50-70 cm mesafede ve biraz yukarıdan bakacak şekilde görmenizi sağlamalıdır. Boyun ve baş ağrılarınızı azaltmak istiyorsanız, monitöre/ekrana bakarken başınızı hafifçe alçaltabilecek bir pozisyonda olun. Oturma pozisyonunuzu sık sık değiştirin.
* ÖNERİ 3: Çalıştığınız ekranın ‘büyük ve yüksek kontrastlı’ olması her zaman daha iyidir.
Bu basit önlem gözlerinizi koruyacaktır. Göz kuruluğunu azaltmak için sigara içmemeli, odadaki nemi yüzde 50 civarında tutmalı, su içmeyi unutmamalı ve odanızı sık sık havalandırmalısınız.
* ÖNERİ 4: Evde de mola vermek şart.
Evden çalışanların çoğu hem kısa molaları, hem de öğlen aralarını ihmal edebiliyor. Bu iş verimini de sağlığı da olumsuz etkiliyor.
* ÖNERİ 5: Sağlığınızı dikkatle izleyin.
Egzersiz yapmayı, aktif kalmayı sürdürün. Uykunuza ve beslenmenize her zamankinden daha fazla özen gösterin. Fırsat buldukça temiz hava almaya, ruhsal gevşemenizi kolaylaştıracak aktiviteleri kullanmaya çalışın.
Paylaş