Paylaş
İşin ülkemizi ilgilendiren tarafı ise, o maskenin Türk bir girişimci tarafından üretildiği iddiası oldu.
Tarhan Telli başarılı bir motosiklet üreticisi olarak tanınıyor.
Pandemi döneminde maske işine girdi.
Kraliçe Elizabeth’in katıldığı törende taktığı maskeyi gören Telli, “Motosikletimize bindiremedik ama maskemizi taktırdık” diye bir açıklama yaptı.
Ancak ortada bir kanıt yok.
Tarhan Telli “ben kendi maskemi tanırım” diyor.
Ama maske son derece klasik.
Siyah ve beyaz renklerden oluşan düz bir maske.
Yani tanınma şansı pek yok.
Gözlerden çok uzak ve korunaklı bir hayat yaşayan İngiltere Kraliçesinin taktığı maskenin daha üretime yeni başlamış bir firmanın maskesi olma ihtimalini düşük görüyorum.
Ama Tarhan Telli’ye de çok kızamıyorum.
Ürettiği maskelerle kraliçenin maskesi arasında gerçekten benzerlik var.
Ama sadece benzerlik.
Adıyaman mı Şanlıurfa mı?
Hafta içi çiğ köfte tartışması yeniden alevlendi.
Sosyal medyada “çiğ köfte bizim” diyen Adıyamanlılar, Urfalıları kızdırdı. Adıyaman mı Urfa mı derken, tartışma yine bir sonuca bağlanamadı.
Peki nereye ait bu çiğ köfte? Türk mutfağı araştırmacılarına göre, çiğ köftenin ilk yapıldığı yer Adıyaman.
Üstelik o ilk çiğ köfte ‘ceylan’ etiyle yapıldı.
Urfalılar ise “ilk yapılan yer değil, en iyi yapılan yer önemli. O yüzden çiğ köfte bizimdir” diyor.
Kıyıdan köşeden gastronomi şehrimiz Gaziantep de bu yarışa girmek istedi ama pek başarılı olamadı.
Zaten Urfa çiğ köftesi ile Gaziantep çiğ köftesi arasında ciddi farklılıklar var.
Gaziantepliler çiğ köfteye sebzeli, Urfalılar ise sebzesiz yapıyor. Yani Urfa çiğ köftesini seven Antep’inkine pek bakmıyor.
Neyse dönelim tartışmaya.
Birçok kişi Adıyaman’da ilk çiğ köftenin yapıldığını kabul etse de en lezzetli yapıldığı yer olarak Urfa’yı gösteriyor.
Zaten Urfa lobisi de bu konuda çok iyi çalışıyor. Ve şehirlerini çiğ köfte konusunda Adıyaman’ın bir adım önüne taşıyor.
O yüzden tartışmayı bitirelim
Ve çiğ köfte Urfa’nındır diyelim.
Bu şehirde sadece
2000 kişi yaşayacak
Yer, Japonya. Fuji Dağı etekleri... Bölgede son aylarda bir yapılaşma var. Yepyeni bir kent yaratılıyor. Adı ise Woven City.
Detayları çok çarpıcı. Toyota’nın “herkes için mobilite” anlayışından doğan bu şehir, yaşayan bir laboratuvar olarak inşa ediliyor.
Woven City’de sadece sıfır emisyonlu, hidrojen ile çalışan otonom araçlar olacak. Yani çevresindeki her şeyi algılayabilen sürücüsüz araçlar.
Evlerin içindeki sensörler günlük yaşamı kontrol edecek. Akıllı evlerde yaşayacak olanların sağlık durumları sensörler aracılığı ile evden çıkmadan takip edilebilecek. Robotların etrafta gezdiği... Arabaların gürültü ve kirlilik yaratmadığı...
Trafiksiz, bir şehir hayal edin... İşte Fuji Dağı eteklerine inşa edilen şehir tam olarak böyle olacak. Ben Toyota’nın hibrit bir aracını denemiş ve uzun süre hayran hayran bakmıştım araç içindeki teknolojiye.
Demek ki firma uzun süredir işi arabadan çok daha ileriye götürmeyi planlıyormuş.
Bazen teknolojiyle ne kadar içli dışlı olsanız bile anlamakta zorluk çekiyorsunuz yenilikleri. Daha kafam bu seviyedeyken böyle bir şehir projesi oldukça ilginç geldi bana.
Şehirde yaşamak için pek heveslenmemek gerek, çünkü kurulacak şehirde sadece 2000 kişi yaşayacak.
Yaşam ise kademeli olarak önümüzdeki 1-2 yıl içinde başlayacak.
Bir şehir işte böyle tanıtılır
9 yıl aradan sonra İstanbul’a dönen Formula-1 yarışları için hazırlanan tanıtım filmini seyrettim. Farklı versiyonları hazırlanıyordur muhakkak ama ben yayınlanan ilk versiyonuna bayıldım. Araçların köprüden geçişleri...
İstanbul Boğazı’nın o eşsiz güzelliği...
Ara sokaklardan bir anda beliren dünyanın en hızlı araçları...
Tarihi yarımada da attıkları turlar... Seyretmesi çok keyifli bir iş olmuş.
Formula 1 sadece araçların yarıştığı bir organizasyon değil.
Yarışın yapıldığı şehrin doğal güzelliklerini milyonlarca insana izlettiren, ekonomiye büyük katkı sağlayan bir yarış bu. İddia ediyorum hazırlanan bu tanıtım filmiyle İstanbul pisti artık Formula yarışlarının vazgeçilmezi olacak.
Paylaş