Paylaş
Gümüşlük’e 125 milyon dolarlık yatını demirlemiş ve Mimoza Restoran’a yemeğe gitmiş.
Sıkı durun...
Hesap 500 bin lira gelmiş.
E adam da yüzde 10 kuralını uygulamış, 50 bin lira da bahşiş atmış.
Neyse...
30 kişilermiş de, hesap o yüzden 500 bin lira gelmiş de... Bıdı bıdı...
Yok ben anlamıyorum. Vallahi aklım almıyor.
Dünden beri hesap yapıyorum, yine de 500 bin liralık hesaba ulaşamıyorum.
Ya bir köpekbalığını getirecekler o masaya ya da balina falan kusura bakmayın.
Onu bile düşündüm köpekbalığı fiyatına falan baktım.
Ben de bu işin uzmanı, yılların balık restoranı işletmecisi Kemal Varhan’ı aradım.
Alaçatı’daki Fahri’nin Yeri adlı nefis restoranın sahibi Kemal.
Bilen biliyor zaten.
O da diyor mesela:
“Balıktan korkmayın, balık böyle bir şey değil. Ne yerseniz yiyin öyle bir hesap ödemezsiniz.”
Şu sıralar en pahalı balığı hesapladık.
Tabii az çıktığı için en pahalı balık ‘trança’ydı.
O da kilosu 3 bin 500 lira civarında bir fiyatmış.
Kilo diyorum bakın!
Bir kişi, kaç kilo trança yiyebilir ki?
Aileye yeter onun kilosu zaten. Hadi dedik böcek yeseler yine 1 kilo.
Yok kardeşim yine olmuyor.
500 bin etmiyor.
Kemal’le ortak bir karara vardık.
Muhtemelen hesabı yükselten açılan şaraplar, şampanyalardır.
Başka izahı yok bu işin.
Bana yine de en çok koyan 50 bin liralık bahşiş oldu.
Sen ne açık elli bir adammışsın Salinas...
Yüzde 10 kuralını bu hesapta bile bozmamışsın vallahi helal.
Şimdi şöyle düşünenleriniz olduğunu biliyorum;
“Ne olacak ki dolar hesabıyla 16-17 bin dolar tutuyor. Ne ki yani...”
E siz de haklısınız...
Görgü kuralları vardı, sahi nasıldı?
Dert sadece bizim derdimiz değil.
Sahnedeki sanatçılara atılan taş, sopa, telefon, çakmak gibi şeyler dünyada büyük problem.
Biz çok konuştuk bu konuyu.
Geçtiğimiz günlerde de New York’taki konseri sırasında cep telefonu atıldı ünlü şarkıcı Bebe Rexha’ya.
Hemen ardından bir ‘aptal’ da Pink konserinde ölen annesinin küllerini sahneye fırlattı.
İngiliz şarkıcı Adele tepki göstermiş tüm bu olan bitene.
“Sahnedeki sanatçılara bir şey fırlatmaktan vazgeçin” diye bir açıklama yaptı konserinde.
“Bakın ben de sizi vurabilirim” diye bir espri yaptı ve tişörtünü top şekline sokup seyircilere doğrulttu.
Günümüzde tüm insanlık olarak nasıl da unutmuşuz görgü kurallarını.
Nasıl da iki ‘tık’ almak için, sosyal medya fenomenciği olmak için saçma emekler sarf eder olmuşuz.
Bunlar hep hassas kalpler için büyük sıkıntı...
Ne yaparsak kendimize
Ne yaparsak kendimize yapıyoruz.
* Aldattın mı?
Onu değil, kendini...
* Onun gibi olacağım diye başkalarıyla mı yarıştın, olmadık yerlere gidip olmadık insanlarla mı muhatap oldun, olgunluk döneminde kafana balyoz gibi iniyor o geçen zamanlar...
* Terk mi ettin sana iyi geleni?
Aylar, belki yıllar sonra anlıyorsun ki kendine yapmışsın.
* Hoyrat mıydın azıcık?
Bir bakmışsın kendine etmişsin.
* “Ben buyum be, beni seven böyle sevsin” demişsin yıllarca.
Sonra anlamışsın ki biraz esnemek gerekirmiş.
* O işi beğenmemişsin, teklifi geri çevirmişsin, belli bir zaman sonra tak etmiş ve “Ben ne yaptım?” demişsin.
Koşturmuşsun hayatın boyunca olur olmadık şeyler için. Bir sabah uyandığında anlıyorsun ki bazen yürümek de gerekliymiş.
Acı çektirenin peşinden, eş dost, sevgili iş ortağı vesaire gitmişsin...
Ne için? Anlık hevesler.
Ama zamanı gelince görüyorsun ki pişmanlığıyla baş edemeyecek haldesin.
Alkış almak iyidir, “ben buyum” özgüveni çok güzeldir, “tarzım var, duruşum var” demek şahane bir şeydir.
Ama tüm bu duyguların içine birkaç gram ego, kibir, haddinden fazla özgüven katıldı mı...
Ortaya panzehri olmayan bir zehir çıkıyor.
Yani demem o ki, biz ne yaparsak hep kendimize yapıyoruz...
Bakın bu sendrom hiç bizlik değil
Stendhal sendromu diye bir hastalık varmış.
Özeti şu: Kişinin bir sanat eserinin güzelliği karşısında kendinden geçmesi.
Artık siz kendinden geçmeyi nasıl tanımlıyorsanız...
Baygınlık da geçirebilirsiniz, kısa bir şoka da girebilirsiniz, eliniz ayağınız da titreyebilir.
Karar sizin.
Bana göre şarkılar da kısmen sanat eseridir. Çok güzel yorumlar okudum. Bu haberin altında.Mesela demişler ki, “Güllü’nün ‘Ödüm Kopuyor’ şarkısı karşısında bu sendromu yaşayıp bayılmıştım.”
Hahahahaah.
Ülkece böyle bir sendrom yaşamaya başlarsak çok eminim sendromun en büyük temsilcisi ve yıkıcı gücü Güllü olur zaten. Sonra Kamuran Akkor...
Ferdi Tayfur mesela...
Sonra Ebru Gündeş, Ebru Yaşar ve Sibel Can...
Ben bu sendroma yakalansam bu isimleri ‘playlist’imden falan derhal siler, müziklerini duyduğum anda kulaklarımı tıkardım ki, bayılmayayım diye. Çünkü bu isimlerin sesleri gerçekten çok iyi.
Paylaş