Paylaş
Reytinglere bakarak söylüyoruz tabii ki biteceğini, acımasız rekabet ortamında bir dizini tutunabilmesi için en azından beş puanlık bir reyting sınırında gezinmesi gerekiyor. Peki neden “batmakta” olan bir diziye odaklanıyoruz? Çünkü, batanların tutunanlara göre çok daha fazla olduğu, ekranın basbayağı bir “dizi mezarlığına” döndüğü bir dönemde “başarısız” olmanın da bir formülü olmalı. Belki, akademik literatür bu konuda bize yardımcı olabilir, neden bir çok iddialı oyuncusu olan, iyi senarist, ünlü yönetmenlerle çekilen dizilerin de bir türlü dikiş tutturmadığına dair bazı ipuçları bulunabilir.
Medya çalışmalarından çok iyi tanıdığımız Stuart Hall (1932-2014), popüler kültür ve TV çalışmalarının da en önemli kuramcılarındandır. Hall, ekran başındaki izleyici davranışını üç mümkün kategoride sınıflandırır. İzleyici, kültürel ürünle temasa geçer geçmez (bazen bu, çok önceden, söylenti düzeyinde bile olabilir) kendini ürüne göre “konumlandırır”. Ürünün içeriğini (dizi üstünden düşünürsek, oyuncular, hikaye, çekim vesaire) fark eder etmez üç “konumdan” birine yerleşir. Bunlara “kabul”, “müzakere” ya da “müzakereyle reddetmek” pozisyonları diyelim. Çok iyi biliyoruz ki, popüler kültür ürünleri henüz tasarım aşamasındayken bile tüketicisini “ele geçirebilir”. Orhan Gencebay hayranıysanız, daha albümü çıkmadan almaya karar verebilirsiniz ya da Mehmet Aslantuğ hayranıysanız bir dizide oynadığını duyduğunuz anda bakmadan edemezsiniz. Bu çok yaygın olarak karşılaştığımız “kabul” konumlandırmasına iyi bir örnektir. Öte yandan izleyici, karşılaştığı ürünle kendisi arasına, en baştan kesin bir mesafe de koyabilir, ürünü ancak uzunca sürecek bir değerlendirme aşamasından sonra kabul edebilir ya da etmez. Örneğin, aile komedilerini seviyorsanız, böyle bir dizi başla başlamaz ekran başına oturur, daha önceden bildiğiniz benzer dizilerle karşılaştırır, kafanızda “müzakere” eder ve izleyip izlememe konusunda ancak bir süre sonra kararınızı verirsiniz. TV çalışmaları konusunda çalışan akademisyenlere daha da ilginç gelen pozisyon ise, “müzakere” konumunun bir sonraki aşamasına tekabül eden, müzakerenin “muhalif” bir tavırla yapıldığı (“müzakereyle reddetme”) ve genellikle neticenin olumsuz olduğu durumdur. Türkiye TV izleyicisinin, özellikle son iki yıldır benimsediği konumun bu olduğunu düşünüyorum. Açıklayayım.
İzleyici profilinin değiştiği 2012’den beri panikleyen kanalların, deneme yanılma yöntemiyle, onlarca diziyi ekrana sürdüğünün, reytingler düşer düşmez de kaldırdığının tabii ki farkındasınız. Yeni hikayelerin bulunmasının zaten zor olduğu bir sektörde, onlarca hikayenin heba edilmesi bir yana, kaldırma işinin sadece tek bir kriter üstünden (“reyting”) gerçekleştirilmesi izleyici için çok da kolay kabul edilebilir bir durum değil. Çünkü reytingi az da olsa, hemen kültleşebilen diziler olabiliyor (Beş Kardeş, Ulan İstanbul gibi) ve izleyicileri sevdikleri dizinin kalkmasının ardından “serseri mayın” misali, ekrans sürülen yeni dizilerle çatışmaya, cebelleşmeye başlayabiliyor. Ellerindeki en güçlü silah “izlememek” tabii ki. Hele bir de, ekranda yeni başlayan bir işi, o esnada süren ya da bir iki sezon biten bir işe benzetsinler!
Yeni başlayan bir diziye dair sosyal medyada yazılanlara bir de bu gözle bakarsanız, bir çok izleyicinin, neredeyse bir “avcı” gibi yeni başlayan bir dizinin hangi diziye benzediğini sürekli sorguladığını tuhaf bir şekilde fark ediyorsunuz. İşte, Stuart Hall’un sözünü ettiği, özellikle “uzman” izleyicinin benimsediği (burada “uzman” derken, örneğin yıllarca özellikle polisiye dizileri izleyen, yerli ve yabancı örneklerinden haberdar olan bir izleyicilik hâlinden söz ediyorum) bu tavrın, sürekli dizilerin ekrana sürülüp, kaldırıldığı Türkiye ekranında hemen herkesin edindiği bir tür “uzmanlığa” dönüştüğünü düşünüyorum. Dizi izlemekten çok, izlememeye yönelen, sevdiği diziler ekranda yoksa, diğerlerinin de olmamasını hedefleyen, hatta “arzulayan”, kesinlikle negatif bir tavır.
Racon: Ailem İçin dizisi ya da bir çok başka dizinin başına gelen tam da bu. Ekranda o an gösterilen ya da henüz akıllardan gitmemiş bir başka diziye benzemek. Tam olarak hikayesinin benzemesi gerekmiyor aslında, biraz andırsa yetiyor sosyal medyada eleştirilerin odağı olmak için. Konumuz Racon: Ailem İçin dizisi olduğundan açıkça yazalım. Hikayesinin Poyraz Karayel’e benzemesinden ötürü ipi çekildi bu dizinin. Sosyal medyadaki eleştirileri hatırlayalım. Onda da bir mafya babası vardı, bunda da. Onda da ailenin “kızı” babasının işinden nefret ediyor ve babasının kim olduğunu etrafındakilere söylemiyordu, bunda da. Onda da psikopat özellikleri olan, berbat bir “oğul” vardı, bunda da. Benzerliklere odaklanma, farklarıysa gözardı etme tutumu zaten işin sonunu da getiriyor. İstediğiniz kadar iyi oyuncular seçin, istediğiniz kadar iyi bir yönetmenle çalışın sonuç değişmiyor. Hikaye bir diğerini andırıyorsa, hele bir de kolayca sıralanabilecek bir dizi benzer karakteriniz varsa, izleyici sadece izlememekle kalmıyor, bu yönde başkalarını da teşvik etmek için sosyal medyanın araçlarını kullanmaya, “muhalif” tutumunu olabildiğince kitleselleştirmeye çalışıyor. Çoğu zaman başarıyor da.
Şu sıralar dizi konusunda tartışmasız bir numara olan Fox’un geçen yıllarda reytingler konusundaki politikasını hatırlatarak bu yazıyı bitirelim. Birincilik yarışında yer kapmaya çalışmayan Fox, ekrana sürdüğü diziler düşük reyting de alsa haftalarca ekranda tutmaktan geri durmamıştı. Şu anda anlıyoruz ki, sadece yeni izleyici paneliyle örtüşmesinden ötürü birinciliğe aday bir kanal durumuna yükselmedi bu kanal, aynı zamanda dizilerini izleyenlere net olarak şu mesajı da vermişti. Burada işler öbür kanallara benzemez, çok daha uzun süre bir dizinin arkasında dururuz! Neticesinin ne olduğunu anlamak için Fox dizilerine ve aldıkları reytinglere bakabilirsiniz. Üç, dört haftada bir diziyi kaldırmanın bedelini ekrana sürdükleri yeni dizilerle ödüyor şu sıralar bir çok anlı şanlı kanal.
Paylaş