Paylaş
1995'in Ocak ayıydı. Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ; yaşamımıza, bir karabasan gibi çökmüştü. Kürt sorunu, 1993 yılında "ateşkes"in bozulması ve 33 erin Bingöl'de öldürülmesiyle; iyice kanlı bir hale dönüşmüş, barış umudu, kaf dağının ardına düşmüştü.
Yaşar Abi, bu karanlık ortamda bir çığlık anlamına gelen bir yazıyla, bir çıkış yaptı. Bugün için de çok anlamlı olan değerlendirmelerde bulunarak, barış özlemini dile getirdi:
"Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu gün olan 29 Ekim 1923’den bugüne kadar tahammül edilmez bir baskı ve zulüm sistemine dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti, bu gelişmeyi, Doğulu çarpıtma sanatı ve ikiyüzlülükle insanlığın gözlerinden saklamaya çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu halkı üzerinde öyle bir tiranlık oluşturdu ki, bu halk, Osmanlı otokrasisini bin kere tercih eder hale geldi.(...)
1946’da çok partili sistemin kuruluşuna kadar, jandarma sopasını hissetmemiş ne kız, ne kadın, ne Kürt, ne Türk ne de Laz köy sakini vardı."
Yazıda Kürt meselesine dikkat çekiyordu, barışı savunuyordu:
"Türkiye Cumhuriyeti, bu savaşın sürmesi nedeniyle lanetlenmiş bir ülke olarak 21. yüzyıla girmemelidir. İnsanlığın vicdanı, Türkiye’nin halklarına bu insanlıkdışı savaşın durdurulması için yardım edecektir, özellikle Türk Devleti’ne silah satan ülkelerin halkları bu konuda katkıda bulunmalıdırlar. Türkiye’de de bizler, gerçek bir demokrasiye giden yolun sadece Kürt sorununun barışçı bir çözümünden geçtiğini bilmeliyiz.
Yönetimin, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana – bu baskı son zamanlarda biraz gevşemiş olsa da- Kürtler’in dillerinin ve kültürlerinin öldürülmesine çabalamış olması, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. 21. yüzyılda insanlığa karşı işlenmiş suçlar birbiri ardına gün ışığına çıkartılacak ve mahkûm edilecektir. Ancak bu, alışılmış mahkemelerden olmayacaktır; çünkü ülkenin onuru, onun insanlığı, mahkeme önüne çıkarılacaktır."
Siyasi linç kampanyası
Almanya'nın Der Spiegel dergisine Kürt meselesini dile getiren bu yazı nedeniyle, hakkında dava açıldı. Merkez medyada ve milliyetçi kesimlerde, onu hedef alan bir kampanya başlamıştı. Kendisini 'solcu' diye tanımlayan bazı gazeteciler, yazarlar, şairler de bu kampanyanın parçası haline geldi. (O günlerde Yaşar Kemal'i tecrit etmeye çalışan bazı isimler; bugün, arkasından, övgü dolu veda yazıları yazıyor.)
Yaşar Kemal yalnızlaştırılmak isteniyordu. Aleyhinde oluşturulan hava, bir siyasi lince dönüşüyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Avukatlarının da uyarısıyla, Yaşar Abi'ye destek sağlamak üzere, bir grup insan olarak, harekete geçmeye karar verdik. Önce rahmetli Aziz(Nesin) Abi'yi aradım. Duruşma günü, destek olması için, mahkemeye davet ettim. Aziz Abi, "Ben o günlerde İsveç'te olacağım. Ama evine toplu bir ziyaret yapabiliriz. Zaten uzun zamandır da evine gitmemiştim" diyerek, daha çok ses getirecek bir öneride bulundu.
Bu durumda, kamuoyunda etkili olabilecek bir kısım aydını Yaşar Abi'nin evine, destek için davet etmeyi düşündük. İlhan Selçuk'a söz ettiğimiz an, hiç tereddüt etmeden, Yaşar Kemal'e gideceğini söyledi. Profesör Gençay Gürsoy'un da katkılarıyla, grup genişledi. Hatırımda kaldığına göre; Atıf Yılmaz, Türkan Şoray, İlhan ve Turhan Selçuk da "tamam" dedi. Bu arada, o dönemde ATV Genel Yayın Yönetmeni olan Ali Kırca'yı da; hem ekibe katılması, hem de haber yapması için, haberdar ettik.(Türkan Şoray bir mazereti nedeniyle ekibe katılamadı.)
Bir grup etkili aydının, Yaşar Kemal'e destek çıkması, ardından mahkemede ona destek vermek üzere harekete geçmesi; karamsar havayı bir ölçüde dağıttı.
Yine de, yargılama, Yaşar Kemal'in mahkum edilmesiyle sonuçlandı. 20 aylık ceza ertelendi.
Yaşar Kemal, duruşmalarının sürdüğü günlerde, ölüm tehdidleri aldı. Bu nedenle, bir süreliğine, eşi Tilda ile birlikte, Antalya'ya gitti. Tehditlerin ağırlaştığı anlaşılınca, üç aylık bir İsveç seyahatine çıktı.
Ölüm oruçlarında
1996'ın Ocak ayında, bir çok cezaevinde, tutuklu ve mahkumlar, ölüm orucuna başladılar. Cezaevindeki kanunsuzlukların düzeltilmesini hedefleyen bu direniş nedeniyle, Yaşar Abi'ye koşturduk. Eşi Tilda ile birlikte, 'ne yapılmalı' diye kara kara düşünüyorlardı. Aralarında Zülfü Livaneli, Gençay Gürsoy, Orhan Pamuk, Halil Ergün'ün de bulunduğu bir grup, ölümlerin başladığı koşullarda, Bayrampaşa cezaevine girdiler. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın da "durumun düzeltileceği" sözünü vermesi üzerine; Yaşar Abi, koğuşları teker teker dolaştı ve gençleri ikna etti. 12 kişi, yaşamını yitirmişti. Ölüm orucu sonlandı.
Aradan 4 yıl geçti. Verilen sözlerin tutulmaması ve hücre tipi cezaevine dönüş projeleri üzerine; tutuklular,yeniden direnişe geçti. Ölüm tehlikesinin yaklaştığını fark ettiğimiz an, yeniden Yaşar Abi'nin kapısındaydık. Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Can Dündar, avukat Enver Nalbant ve Mehmet Bekaroğlu'yla birlikte; bu kez de, ölümlere engel olmak için, yeniden cezaevine girdik.
Ne yazık ki başaramadık. 33 gencin ölümüne neden olan vahşi bir operasyonla, cezaevleri yakılıp yıkıldı. 19 Aralık 2000 operasyonu; Yaşar Abi'nin en çok yüreğinin yandığı felaketlerden biriydi ve önlenemedi. Devletin vahşi katliamına engel olamadık.
TİP'ten HDP'ye
Yaşar Kemal, 1960'lı yılların etkili sosyalist partisi, Türkiye İşçi Partisi(TİP)nde çalıştı. Onu, o günlerde tanıdım. Hemşehrimdi, bir çok kez birlikte Adana'ya yolculuklar yaptık. TİP için, şehir şehir dolaşırdı.
Deniz Gezmiş'lerin idamına engel olmak için çalışanların içinde de o vardı. 2000 yılında yitirdiği eşi Tilda, 12 Mart 1971 darbesinde tutuklanmış; Yaşar Kemal, tutukevi kapılarına yemek de taşımıştı. Ankara'da da, gelini Taman tutukluydu. 1974 affını çıkarmak için ortalığı ayağa kaldıran ailelerin arasında, Yaşar Kemal de vardı.
Yaşar Kemal'i ziyaret etmek, ondan enerji almak güzel bir gelenekti. 2015 yılbaşında ziyaret etmek için eşi Ayşe Semiha Baban'ı aradığımızda, sağlığının iyi olmadığını öğrendik.
Artık, onun olmadığı bir Türkiye'deyiz.
Koca yürekli bir adamdı. Başı derde girenin ilk başvurduğu kapılardan birisiydi. Özgürlük aşığıydı.
En çok, Kürtlerle yapılacak barışı istiyordu.
Onunla vedalaştığımız gün, barış için önemli bir adım atılmıştı.
Onu hep sevgiyle anacağız...
Paylaş