Paylaş
Mehmet Alkan'ın sorusu, yerinde bir soru ve önümüzdeki iki yola işaret ediyor. Uzun yıllardır süren, çok sayıda insanımızın yaşamını yitirmesine neden olan bu çatışmayı sonlandırmak için, iki yol bulunuyor: Çözüm ya da savaş…
PKK'nın silahlı kalkışmasının başlangıcından bu yana, 30 yıldan fazla bir zaman geçti. Meseleyi silahla, güvenlikçi yöntemlerle sonuca ulaştırmak, mümkün olmadı. Dünyanın bir çok ülkesinde denenen metod; Türkiye'de de, "çözüm süreci" adıyla, 2013 yılının başından itibaren, denenmeye başladı.
Riskli deneme
Hatırlayalım: Dönemin Başbakan’ı Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın da devreye girdiği bir süreç başlatmıştı. Böyle denemelerin, bu işlere girişen siyasetçiler açısından ne kadar riskli olduğunu, diğer ülkelerdeki örneklerden de biliyoruz.
“Muhalefet”in büyük kısmının o dönemdeki yaklaşımını da hatırlayalım: Böylesine riskli ve kırılgan olan bir süreç, hedef alındı. Çözüm sürecine toplumsal destek sağlamak amacıyla oluşturulan "Akil İnsanlar" heyetinin, çeşitli muhalefet partilerinin taraftarlarınca, Türkiye'nin dört bir yanında, saldırılara uğradığını, belirtelim. “Muhalefet”in önemli bir çoğunluğu; büyük oranda ortak bir tutum ve psikoloji içinde, sürecin karşısına dikilmişti.
İki yıldan fazla
Çözüm süreci, başlangıç olarak, sorunu silahtan arındırmayı ve PKK'nin Türkiye'ye karşı yürüttüğü silahlı eylemlere son vermesini amaçlıyordu. İki yıldan fazla bir zaman, sessiz geçti: Çocuklarımızı kaybetmiyorduk. Sürekli görüşmeler yoluyla, bir neticeye ulaşılmaya çalışılıyordu.
Tabii, şimdi gördüğümüz tablodan da anlıyoruz ki; PKK, silahları bırakmaya, çok da niyetli ve hazır değildi. Kandil'den zaman zaman "silah bırakabiliriz" şeklinde bazı açıklamalar gelse de; bütün o mesajları dikkatle okuduğumuzda, “silahları bırakma konusunda derin bir güvensizlik” yaşandığını görebiliyoruz.
Doğal olarak, şu da sorgulanıyor: Sürecin başlatıcısı Erdoğan ve AK Parti hükümeti; çok büyük risk aldıkları süreç içinde, zaman zaman ortaya çıkan krizleri, doğru yönetebildiler mi?
Özellikle seçim döneminde; hükümet, çözüm sürecinin muhataplarını "ötekileştiren" bir dile kaydı. “Milliyetçi oyları kaybetme” telaşından kaynaklanıyor olabilecek bu yönelim; Kürt seçmen nezdinde, AK Parti'ye karşı bir güvensizliğe yol açtı.
AK Parti'nin, seçim hesaplarıyla, çözüm hesapları arasında sıkıştığına, tanık olduk. Dış politikadaki belirsizlikler de, bunların üstüne bindi… Bu tür konular, siyaseten riskli konulardır. Hem birbirini izleyen seçimlerde başarı kazanacaksınız; hem de, çözüm sürecinde, milliyetçi tepkilerden korkmadan riskli atılımları yapacaksınız… İşler, her zaman, planlandığı gibi gelişmez.
Muhalif gazeteler
Şehit yüzbaşının ağabeyinin tepki gösterdiği gibi, "savaş" ortamına geri dönüldü. Günlük gazetelerin internet sitelerini incelediğimizde, gördüğümüz tablo şu: Hükümete muhalif gazetelerin tamamı, tepkiyi, birince haber olarak veriyor. Bu gazetelerin bir kısmı, çözüm sürecini, "bölünme ve ihanet süreci" olarak görmüş ve yansıtmıştı. Şimdi ise, bu gazetelerin çoğunun manşetinde, "çözümden neden vazgeçtiniz?" diyen sesin yer aldığını görüyoruz.
Ağabey Mehmet Alkan’ın, hükümete yönelttiği ve sosyal medyada farklı farklı yönlerde tepkilere yol açan sitem dolu eleştiriye dönersek: "Çözüm süreci diyordunuz. Şimdi neden savaş diyorsunuz?”
PKK'nin yaygın saldırıları karşısında, çok sayıda asker ve polisin yaşamını yitirmesi; hükümetin manevra kabiliyetini azaltıyor. Çatışmasızlık ortamında bile, “konunun taraflarca masada ele alınmasına karşı” sert tepkiler vardı. Şimdi, şehit cenazeleri kalkarken; yeniden barış ortamına dönmenin, psikolojik ortamı yeniden hazırlamanın zorluğu; ortada.
Ancak, çözümün dağda değil masa başında olacağını; hükümet de biliyor, Kandil de...Bu nedenle barışçı çözüm arayışlarını sürdürmekten başka çıkar bir yol bulunamayacak. Hükümetin de, risk alan siyasetlere dönmesi, çözüme yönelmesi gerekiyor.
Yeni ölümlerin, yıkımların önüne geçmenin yolu, çözüm üretebilmekten geçiyor.
Paylaş