Paylaş
Türkiye, ciddi kriz günlerinden geçiyor. İki yıldır başarıyla yürüyen ve binlerce gencimizi çatışmanın dışına çeken "çözüm süreci"; şimdiye kadar hiç yaşamadığımız bir düzeyde, tehdit altında.
Toplumun ezici bir çoğunluğu; bu yeni durumu, kaygıyla izliyor. Hepimizin yüreğini ağzına getirecek olaylarla yüzyüzeyiz. Ülkedeki siyasi blokların yeniden şekillendiği bir sarsıntının ortasındayız.
Böyle durumlardaki doğal davranış nedir? Toplumu ve tarafları aklıselime davet etmek, itidal tavsiye etmek ve barış çağrılarında bulunmaktır. Şunu da ekleyelim: İtidal; eleştirel duruş sergilemeye, kendi açınızdan farklı analizler yapmaya engel değildir.
Bir kesim yazar-çizere bakıyorum, gelişmelerden sanki gizli bir memnuniyet duyuyorlar. Türkiye'nin içinden geçtiği sarsıntıları, "biz demiştik" ruh haliyle karşılayabiliyorlar.
"Bu hükümet bitti", "Tayyip'in sonu geldi","90'lara döndük" diyebilmek için yarışıyorlar. Bu hükümet hiçbir şeye hakim olamaz durumuna düşse, eli kolu bağlansa, şaşkına dönüp her şeyi kötü bir noktaya sürüklese, ekonomi bozulsa; sanki memnun bile olacaklar. İlginç şekilde, bu psikoloji, kendini "vatansever" olarak tanımlayan bazı kesimlerde de görülüyor.
Tayyip Erdoğan'ın yönetim tarzından hoşlanmayabilirsiniz, hükümetin siyasi tercihlerini eleştirebilirsiniz. Dünyada, Türkiye'ye ve Tayyip Erdoğan'a dair çok değişik analizlerin yapıldığı bir dönemde; "kötümserler" tarafında olabilirsiniz.
Hatta, Tayyip Erdoğan'ın ötesinde, "devlet" kavramına dair, farklı görüşleriniz de olabilir.
Eleştirel veya kötümser olmanız, "bireysel tercih"tir. Kendi haklılığınızı kutsal görme psikolojiniz ise, bana dayanılmaz geliyor.
SİYASETÇİ İLE YAZAR
Biz yazar çizer takımı, "siyasetçi" değiliz. Bizi yönlendiren etkenler ve saiklerle, "siyasetçi"lerinki aynı değil. Onlar daha geniş bir alandan, daha değişik kaygılardan hareket ederler.
Örneğin CHP, AK Parti iktidarının zaaflarından yararlanarak, bir muhalefet geliştirebilir. Siyaset zaten biraz da budur. Tabii, makul sınırlar içinde kalmak kaydıyla. Ülke iç çatışma tehlikesi altındayken, kitleleri kışkırtmak ve oradan siyaset üretmeye kalkmak ise; tamamen farklı bir düzlem.
Kamuoyunda "yazar" veya "aydın" olarak değerlendirilen kişilerin; dikkatli ve özenli bir dil kullanmalarının gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta siyasetin kuralları farklıdır, entelektüel kaygılar farklıdır. Siyasetçi ile aydın arasındaki ilişki, nefret aşk ilişkisinin sınırları içine hapsedilemez. "Ya sevmek ya terk etmek", bana anlaşılır gelen bir yazar tavrı değil.
Eleştirirsin de, doğru bulduklarını da söylersin. Her siyasi partiyle (olumlu veya olumsuz) ilişkinin, bir sınırı ve ölçüsü vardır... Bir dönem, bakanların ve başbakanların sırdaşı olarak tanımlanabilecek kadar onlara yakın duran gazeteciler; bir süre sonra, tam tersi bir noktaya sürüklenebiliyorlar.
Mesleğin gerektirdiği sınırlar içinde, mesafeli bir "yorumlama" ve "iletişim" düzeyi tutturmak; Türkiye pratiğinde her zaman çok kolay olmasa da, gerekli.
Bir aydın, sonuçta bir "siyasi aktör" değildir. Bir "siyasi militan" gibi ortaya çıktığınız zaman, yazarlık ve gazetecilik ikinci plana düşer.
Hem siyasete girmeyip, hem de bir siyasi aktör gibi hareket etme ısrarı; bazı insanları, yanlış yerlere sürüklüyor.
AYDIN EGOSANDRİZMİ
Aydınlar ve yazarlar, siyasetçiler kadar "doğrudan sorumluluk taşıyan" insanlar değiller. O nedenle, "aydın egosantrizmi"; bazen, düşünülenden çok daha tehlikeli bir rol oynayabiliyor.
Bir siyasi parti, dengeleri hesaba kattığı sürece var olabilir. Diyelim ki, ortalık ateşe verildi. Siyasetçi, buna "iyi oldu" demez, diyemez. Siyasetçi, eğer siyasette var olmaya devam etmek istiyorsa, gerçekçilik sınırları içinde hareket etmek zorundadır. "Sorumsuz aydın" ise; kendi egosunun sınırsız ve frensiz ortamında, her türlü etik kaygıyı da bir kenara bırakıp, hırslarının esiri haline gelebiliyor.
"Hükümeti devirme ruh hali", her kavramın önüne geçince; bu psikoloji uğruna, etik olmayan tavırlar, sıradanlaşabiliyor. Özel karalama kampanyalarına destek verilirken; gerçeği kaybedip, gazeteci sorumluluğunu da geçtim, "normal insani sağduyu" ile bile bağdaşmayan girişimlere başvurulabiliyor.
Başarısızlığa ve açmazlara sevinmek, "yıkım"dan enerji toplamak; kötücül bir ruh hali. Bu psikoloji, son dönemde, ülkemizde yaygınlaşmakta olan bir insan profiline de tekabül ediyor.
Böylesine karanlık bir "bilinç akışı" içine girerseniz; "darbe de meşrudur", "iç savaş da olabilir" gibi düşünceler, sizin için normalleşebilir.
Başarılardan mutlu olmak, olumlu şeylere özlem duymak; ruha daha iyi gelir. Öneririm.
Paylaş