Paylaş
Genelkurmay, Kürt meselesine "kırmızı çizgi" çekebilir mi?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 30 Ağustos Zafer Resepsiyonu'nda, “çözüm süreci”ne ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine; kendilerinde sürece ilişkin bir yol haritası bulunmadığını ve "çalışma"nın içerisinde yer almadıklarını söyledi: “Hükümetin bir politikası var, o politika yürüyor. Biz çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz. Beşir Atalay çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz. Kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gerekeni söyleriz. 30 yıldır bu mücadeleyi biz yürütüyoruz. Ancak hükümet çözüm süreciyle sorunu çözmek istiyor. Şehit anaları, analar ağlamasın diyorlar. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Bölünmemek, bütünlük önemli, bu kırmızı çizgi. Bununla ilgili bütün görüşlerimizi her ortamda hükümete iletiyoruz.”
Genelkurmay Başkanı'nın resepsiyonda ayaküstü söylediği sözlerle tam ne demek istediğini anlamak, elbette çok kolay değil. Bu nedenle, yapacağım yorum, bir ihtiyat payını da içinde tutarak değerlendirilmeli.
Eğer kendisi, “kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini söyleriz” sözleriyle; siyasi iradenin yaptığı ve yapması muhtemel açılımlara karşı bir duruşu kastediyorsa, bu kabul edilemez.
SORUN SİYASİ
Kürt sorunu, siyasi bir sorun. Meselenin, devlete egemen olan “güvenlikçi siyasetler” nedeniyle toplumsal ve siyasi bir meseleye dönüştüğü, kabul edilmiyordu. Durum, asıl olarak bu nedenle kangren haline gelmiş ve 50 bin insanımızı yitirdiğimiz büyük bir faciaya dönüşmüştü.
1990'larda, binlerce faili meçhul ve yargısız infazın uygulandığı dönemin belirleyici aktörlerinden biri, askerlerdi. Siyaset üzerinde oluşturdukları vesayet nedeniyle; tablo, “terörizmle mücadele” sınırları içine hapsedilmişti.
Siyaset ne zaman çözüm için bir çaba içine girse, milliyetçilik ve militarizm ayağa kalkıyor. Askerlerin olaya müdahil olmasıyla, her şey iyice içinden çıkılmaz hale geliyordu.
Son yıllarda, biraz da askeri vesayetin geriletilmesi sayesinde; siyaset, sorunun silahsız ve barışçı yöntemlerle çözümü için bir çaba içinde. Süreç, (bazı kesintilere uğramasının ardından) son iki yıldır, silahların susturulduğu ve PKK'nın dağdan indirilmesinin tartışıldığı, yeni bir boyutta.
Silahsız ve barışçı yöntemler, "müzakere" ve "diyalog" anlamına geliyor. Kürtlerin hak-hukuk talepleri, geçmişe göre daha net konuşuluyor, evrensel insan hakları standartları gündeme geliyor. Kürtler ve (özellikle dindar) Türkler arasında oluşan psikolojik bağ, dönüşümün sosyolojik temelinin önemli bir boyutunu oluşturuyor.
ASKER SİYASETLE UYUM İÇİNDE
Son yıllarda; asker de, siyasetin çizdiği yeni stratejiye uyuyor. Sürecin sabote edilmesine zemin hazırlayabilen çatışmacı tutumdan kaçınılıyor.
Bazı çevreler, PKK içinden bazı güçlerin, barış sürecini sabote etmesini umutla bekleyip durdular. Hükümeti alaşağı edebileceklerini umdular.
Aynı şekilde; ordu içinden de, benzer çıkışlar bekleyenler oldu. Hatta, bu nedenle, bugünkü Genelkurmay yönetimi; ağır eleştirilerle karşı karşıya geldi. Ancak, asker, demokratik bir ülkede olması gereken yerde durdu; siyasi iradenin “barış” yönündeki tasarruflarına karşı, kendi görev sınırlarının ötesine geçmedi.
Genelkurmay Başkanı Özel'in “kırmızı çizgilerimiz aşılırsa” değerlendirmesi, böyle bir dönemde, kafalara “acaba?” sorularını getirdi. Askerin, siyasi iradenin kararlarının ötesinde bir kırmızı çizgisi olabilir mi?
Siyaset-asker ilişkisi, ülkemizde uzun yıllar boyunca, bir vesayet sorununu yaratıyordu. Türkiye demokrasisi, askeri darbelerle, askeri müdahalerle kırılmalara uğruyordu.
KÜRTLER HAKLARINA KAVUŞURKEN...
Şimdi, bunları aştığımızı düşündüğümüz bir kulvardayız. Kürt sorunu gibi ağır bir sorun, yeni bir yolda ilerliyor. Hepimiz biliyoruz ki; bu sorunun çözümü yönünde atılan her adım, devletin yüz yıllık reflekslerini dönüştürebilecek önemde.
Kürtler haklarına kavuşurken, “faşizm geliyor” değil. Devlete egemen zihniyetin ve toplumsal psikolojinin; ülkenin en büyük “öteki”sinin hakkı ve varlığı konusunda, bir tanıma ve kabullenme süreci bu.
Kanunlar, azınlıkların korunması yönünde ilerliyor. “Ötekiler”, geçmişe göre daha çok hak hukuk sahibi olabiliyor. Zaman zaman bazı üslup dalgalanmaları ve hayal kırıklıkları görülse de, bazı kesimler dönem dönem (haklı veya haksız şekilde) tepkisellik içine girse de; yaşanan dönüşümün ana karakteri ortada.
Bu bağlamda, Kürtler de, Türkler de, devlet de; bir değişim ve başkalaşım yaşıyor. Böyle bir süreçten faşizm çıkabileceğini düşünmek, siyasetin doğasına aykırı. Devlet, farklılıkları kabullendikçe; “yenilenme”, daha tutarlı ve sağlam bir yöne doğru ilerleyecek. Dengeler zamanla yerine oturacak ve son dönemde hayal kırıklığı yaşayan kesimleri de daha fazla kapsayabilen bir format oluşacak.
Bu tablo içinde, Genelkurmay Başkanı Özel'in sözlerini, “gerekirse biz siyasete müdahale ederiz” şeklinde anlamak ve böyle kabul etmek mümkün değil.
“Kırmızı çizgiler”in gerçek sahibi, toplumdur; onun temsilcisi Meclis'tir ve siyasi iradedir...
Paylaş