Paylaş
Telefonun çektiği noktaları bulmak için ise epey yürümeyi göze almanız lazım. Ama bir yandan tam doğanın ortasında, nefis bir yerdesiniz.
Kaldığınız yer de gayet hoş.
Bir tek teknolojik olanaklarınız sıfır işte!
Hiçbir şeye erişiminiz yok.
İnsanların da size.
Peki böyle bir tatil ister miydiniz? Biraz düşünün...
Hemen “Evet” demeyin, “Hayır” da.
Önce şunu söyleyeyim:
Dijital detoks ya da benim “inziva tatili” dediğim seyahatler şu an yükselişte.
Conde Nast Traveller en son bu tarz tatili tercih edenler için bir mini rehber bile yaptı.
Listede farklı ülkelerden oteller var.
Mesela:
Napoli karşısındaki Ischia adasında yer alan Albergo Il Monastero...
İsveç’teki minimal ıssız ve azıcık ürkütücü Fabriken Frullen... Malawi’deki Mumbo Adası...
İngiltere’deki Argoed Barns...
Kanada’dan Tagish Wilderness Lodge...
Namibya’dan Hoanib Skeleton Coast Camp...
Kosta Rika’dan El Silencio Lodge...
BENİM MİNİ İNZİVA DENEYİMİM
Evet ya da hayır demeden önce düşünün diye nasihatlemiştim ya.
Çünkü hiçbir şeye erişiminizin olmaması öyle hemen alışılacak bir şey değil.
Mesela bundan beş ay önce Ürdün’deki Wadi Rum çölünün ortasında, uzay üssünü andıran balon bungalovlardan muhtelif bir kamp otelinde kalmıştım.
Telefon çekmiyordu.
Wi-Fi var dediler, ama aslında yok gibiydi, çok yavaştı hiç çalışmıyordu.
İnsan sosyal medyaya fotoğraf yükleyemeyince önce bir kıl oluyor.
Telefonun çektiği yerleri bulmak için salak gibi uğraşıp duruyorsun.
Ama aradan saatler geçince o telaşın sona eriyor.
Hatta “Böylesi aslında daha güzelmiş” oluyorsun.
Çünkü gerçekten unutmuşuz anı yaşamayı.
Gördüğümüz her şeyi saniyesinde paylaşmak en büyük önceliğimiz olup çıktı.
O yüzden bizde de inziva tatilleri yükselişe geçecek diye düşünüyorum.
Hatta bazı inziva otelleri şunu bile diyecek yakında, hazır olun: Otelimizin fotoğrafını çekmek ve Instagram’da paylaşmak yasaktır!
O nasıl bir soru yahu
Kenan İmirzalıoğlu ile evli olan Sinem Kobal’a sormuşlar:
“Evde kimin sözü geçiyor?”
Herhalde bize özgü en garip sorulardan biri bu.
Ne yanıt verilir ki buna? İlla eşlerden birinin mi her zaman dediği olmalı?
Ortak karar denen bir şey olamaz mı?
Ya da diyelim ki yok; neden merak edilir ki böyle bir şey?
Sinem Kobal ılımlı ve politik bir yanıt vererek bu garip soruyu geçiştirmek istemiş:
“Bu soruyu Kenan Bey’e sormak lazım”.
Keşke o an Kobal, “Bizim ortak sözümüz var, kimsenin kimseye üstünlüğü yok” deseydi. Daha çok puan toplardı.
‘Uber’ tuhaf bir hikaye
Uber hayatımıza ilk kez 2014 yazında girdi.
İlk başlarda çok az kişi biliyordu Uber’i. Ne olduğu anlaşılamamıştı.
Yavaş yavaş kullanılmaya başlandığında ise “Ama çok pahalı” lafları havada uçuştu.
Bu yüzden sadece belli bir kesim kullanmaya devam etti Uber’i.
Hatta o dönem XL’in yanı sıra Black seçeneği de vardı Uber Türkiye’nin.
Derken o sessiz başlangıç dönemi hızlı bir yükselişe bıraktı kendini.
Daha çok aracın trafiğe çıkmasıyla bir Uber modası başladı.
Hatta o siyah Vito aracın içinden inip bir yere girmek havalı bir şeydi kimilerine göre.
Daracık İstanbul sokaklarında koca Vito’larla savrula savrula seyahat etmeyi bir anda benimsedik, sevdik.
Sonra şikayet dönemi başladı.
“Bu şoförler de pek adres bilmiyor” denildi, “Bazen durup dururken iptal ediyorlar” diye çemkirildi. Ama Uber’den vazgeçilmedi.
Gelelim maceranın üçüncü ve haşin kısmına.
Taksiciler Uber’in yükselişine kıl oldu ve o malum savaş başladı.
Lakin biz acayip bir toplumuz işte. Her şeye hızlı uyum sağlıyoruz, pratiğiz.
Polisler Uber aracını durdurduğunda, “Yok canım ne Uber’i?” dedik, şoförleri koruduk.
Ama o kadarla kalmadı. Polisler bu kez Uber aracının taşıdığı yolculara da ceza kesmeye başladı. Yaklaşık 300 lira filan...
İş bir süre sonra tuhaf bir hal aldı.
Uber hem aracın bağlanma cezasını hem de yolcunun cezasını ödediği için bu işlemler rutine dönüştü. Ona da alıştık yani!
Gel gör ki son aylarda bu rutin coşunca artık Uber araçları trafiğe çıkmamaya başladı.
Ve geldik hikayenin sonuna...
Uber Türkiye operasyonunu kapatmadı ama XL seçeneğinde küçülmeye gitti.
Artık araç sayısı çok çok az. Olan da aşırı pahalı.
Uber’de şu an en kullanışlı seçenek -şaka gibi ama- sarı taksi!
Bitaksi’nin bir versiyonuna evrildi yani Uber.
Peki bundan sonra ne olacak?
Ne bileyim, burası her an her şeyin değiştiği bir diyar.
O yüzden derim ki müdavimi Uber’den umudu kesmesin...
Bu mont ekonomi uçamaz!
Hikayeyi anlattıklarında ben çok eğlendim.
Siz de eğlenin diye anlatıyorum:
Kahramanımız sosyetenin yakından tanıdığı bir isim.
Son dakika bir uçak yolculuğu yapması gerekiyor.
Her zamanki gibi business uçmak istiyor, ama yer yok.
Bu yüzden ekonomi uçmak zorunda kalıyor.
Uçak henüz pistteyken birden yerinden kalkıp business tarafına gidiyor. Hostesler, “Hanımefendi lütfen yerinize geçin” diyor.
Sosyetik sima oralı olmuyor, “Montumu dolaba asabilir misiniz?”
Hostesler “Hayır” diyor, “Business yolcusu değilsiniz”.
O anda sosyetik sima tatlı bir şekilde deliriyor:
“Asmak zorundasınız. Ben ekonomi uçabilirim ama bu mont uçamaz!”
Tüm business bu çıkışı alkışlamaya başlıyor ve mont kazanıyor!
Peki o mont ne miymiş?
İsim vermeyelim ama ünlü bir markanın hayli pahalı bir montu işte.
E şimdi sosyetik hanımefendi haklı yani, lüks montu neden ekonomi uçmak zorunda kalsın ki?
Paylaş