Haftalıktan aylık periyoda geçtikten sonra başka bir stile bürünen TEMPO, cumartesi gecesi Alaçatı’daki “O Ev” adlı butik otelde ilginç bir parti verdi.
Binboa’yla beraber gerçekleştirilen partinin teması “hedonizm”di.
Yani şu meşhur “haz” odaklı felsefe: İnsanın tüm yaşamını haz sağlayacak şekilde planlaması gerektiğini savunan şahane felsefi görüş.
Parti boyunca hedonist yaşam tarzını simgeleyen fotoğraflar geçit yaptı “O Ev”in duvarındaki perdede.
Studio 54 günleri, Sex And The City dizisi, Audrey Hepburn’ün “Tiffany” dönemi, iç gıcıklayıcı “Eyes Wide Shut” kareleri, aralarda havyar-çikolata-çilek üçlüsü ve tabii lüks arabalar-güzel kadınlar-yakışıklı erkekler...
Görsel bir hedonizme giriş dersi gibiydi yani.
Ama o an düşündüm de, tüm bunlar artık günümüzün haz noktaları/odakları değil.
İçinden bolca seks ve kokain geçen, her türlü uç durumun yaşandığı çılgın partileme tarzının yerini bambaşka bir haz noktası ele geçirdi günümüzde. İlk başta sıkıcı gibi görünse de: Sağlıklı yaşam.
Evet, bunun da bir haz olduğunu düşünüyorum.
Hem de öyle böyle değil.
Sağlıklı yaşam için organik yiyecek/giyecek peşinde koşan da var, yılın belli periyodlarında çılgınlar gibi detoks kürlerine giren de.
Hatta sırf bu detoks kürleri için Hindistan’a kadar gidip “kendini toksinlerden arındırma hazzı”nı en üst seviyeye ulaştıranı da biliyorum.
Zaten Hindistan günümüzün bir başka haz noktası.
“Kendini keşfetme” hazzının merkezi haline gelen Hindistan’da tüm batılıların yolu eninde sonunda Pune’daki meşhur Osho aşramından geçiyor. Eskisi kadar popüler olmasa da Osho aşramının sunduğu haz belli: Batılı kalıplarından bir an evvel kurtul, dünyanın çeşitli yerlerinden kopup gelmiş senin gibi mutluluğu arayan mutsuz insanlarla tanış ve onlarla (canın isterse tabii) güvenli bir şekilde seks yap! (Girişte AIDS testi yapılıyor çünkü).
Evet seks yine en önemli haz noktası. Ama dolaylı bir haz, direkt, en önce ulaşılması gereken, listenin en başındaki değil.
Olursa olur, olmazsa da olmaz.
Esas önemli yeni hazlar şunlar: Kendine çok çok iyi bak. Fiziğin fit olsun (yoga, pilates, fitness karıştır), bağırsaklarını toksinlerden arındır, ayrıca lütfen içsel olarak da kendini keşfet. İçinde neler olup bitiyor bir dön bak!
Yeni orkestrasıyla ilk kez izliyorum Sezen Aksu’yu.
Vokaller değişmiş, Ozan Doğulu’nun yerinde (piyanonun başında) Mustafa Ceceli var. Ve daha bir sürü değişiklik.
Herkes konseri ayakta izlediği için olsa gerek Sezen hiç olmadığı kadar hareketli şarkılarına yer veriyor repertuvarında.
Ve ilginç sürpriz! Sahneye Petek Dinçöz’ü davet ediyor Sezen.
Ben de dahil herkes şaşırıyor bu sürpriz konuğa. “Ne gerek vardı? Hem de Babylon’da!” diyenler çoğunlukta...
Bu tepkiyi sezmiş olacak ki, Petek’i sahneye almadan önce bir “önyargınızdan arının” konuşması yapıyor Sezen.
Sonra Petek çıkıyor sahneye. Ceceli’yle beraber “Unutamam”ı söylüyor. Neden özellikle bu şarkı seçilmiş?
Elbette “bakın, benim sesim gerçekten iyidir”i ortaya koymak için.
Petek’e karşı önyargım sıfır. O zaman şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Nakaratın ilk dizesini uzata uzata, nameli nameli söyledikten sonra ikinci dizeyi atlayıp çaktırmadan üçüncüye geçerek asla iyi yorumcu filan olunmaz.
Önemli olan tüm nakaratı (inişi çıkışıyla) hakkını vererek okumak.
Yani: Olmadı Petek.
Ya da yine yeniden: “Ne gerek vardı? Hem de Babylon’da?”