Paylaş
Çocukluktan arkadaşlar.
Ama gerçekten çocukluktan!
ENKA’nın anaokulunda tanışıyorlar. Sonrasında üniversite yıllarına dek hiç ayrılmıyorlar.
Üç arkadaşın büyüdükçe daha da olgunlaşan, hiç peşini bırakmadıkları bir hayalleri var.
O da, hayatın geri kalanını da beraber paylaşarak yaşamak...
Önce bar açma fikri doğuyor, çünkü seçtikleri işler buna zemin hazırlıyor.
Osman sommelier, Ali bartender, Yaz ise hem model hem DJ.
Derken bu üç sıkı arkadaşın yolu Roma’da kesişiyor.
Yaz, bu şehre taşınan ilk kişi oluyor. Daha sonra İstanbul’dan Ali ve Osman geliyor.
Ve hep beraber Sincasa Roma’yı kuruyorlar. Sincasa ne mi? İçinde bolca yeme-içme ve müzik olan bir topluluk.
Üç arkadaş Roma’da peş peşe etkinlik düzenlemeye başlıyor Sincasa ismiyle.
Mesela bir kilisenin bahçesindeki yaptıkları etkinliğe bir anda 300 kişi akın ediyor. Bir noktadan sonra “Siz o Türklersiniz değil mi” diye tanınmaya başlıyorlar.
İşte Sincasa üçlüsü; yani Yaz Yüceil, Ali Ersoy ve Osman Pekin hafta içi İstanbul’daydı.
Önce Momo Bebeköy’de, sonra da Mini Müzikhol’de etkinlik yaptılar. Bizzat tanığım, onların etkinlikleri başka türlü oluyor.
Kendi aralarında öyle bir eğleniyorlar ki, kayıtsız kalamıyorsun. Bulaşıcı neşelerine ortak olup sen de salıyorsun. Hem de hiç olmadığı kadar.
Osman diyor ki, “Roma’ya giderken ne yapacağımız konusunda hiçbir şey düşünmeden yola çıktık. Ama korku ve endişe bir işe yaramıyor. Önemli olan akmak... Gerçekten de aktık ve oldu.”
“Sincasa”anın anlamı nedir” diye soruyorum.
Yaz ve Osman, “Latince Sin ile İtalyanca Casa kelimelerinin birleşimi aslında. Evsiz demek! Çünkü bu isim bizi anlatıyor. Roma’daki ilk yedi ay boyunca sürekli Airbnb evlerinde kaldık. Bir türlü ev bulamıyorduk. Zaten neredeyse hep sokaklardaydık, sabaha karşı eve geliyorduk. Ama zaten ev, nereye gidersen orasıdır. Bir yandan biz birbirimizin eviyiz.”
SİZ GERÇEK MİSİNİZ ARKADAŞLAR?
Onlar anlattıkça, üç arkadaşın tüm bir hayatı beraber yaşama hevesini ve bunu gerçekleştirmiş olmalarını şahane buluyorum. Hatta sürekli kendimi dürtüyorum, “Gerçekler mi” diye!
Çünkü kolay değil ya da bize İstanbul’dan öyle görünüyor:
Hayatı geldiği gibi yaşama, bunca yıl bir arkadaşlığı sürdürme ve hayalini kurdukları planı gerçekleştirip birbirine hâlâ sıkı sıkıya tutunmaya devam etme...
Hani Ferzan Özpetek filmindeki karakterler gibiler: Neşeli, rahat, “Hallederiz ya, dert etme”ci ve “akışına bırak”cı...
O noktada, “Hayata bakış açınızı özetlesenize” diyorum, şöyle diyor üç arkadaş: “Biz bu dünyanın serserileriyiz!
Nerede kaldığımız önemli değil; önemli olan hayatı beraber paylaştıklarınız, ne yiyip ne içtiğiniz, ne dinlediğiniz ve ne kadar dansettiğiniz...”
ÖYLE DE OLUR ZATEN...
Ve sürpriz...
“Sincasa şimdi başka şehirlere doğru büyüyor” diyor Yaz ve Osman, “İlk hedef Paris”.
Sonrasında ise Sincasa çatısı altında film ve fotoğraflar çekmek istiyorlar.
Ne diyeyim; ilham verici bu üç yeni dünya serserisinin yolu açık olsun, ki öyle de olur zaten!
Paylaş