Malum, Kaktüs sadece bir bar değil. Aynı zamanda bir sembol. Özellikle de Beyoğlu Kaktüs. Nedir Kaktüs deyince akla gelenler? Sol cenahın ünlü yazar-çizerleri, gazetecileri, oyuncuları... Bazen tüm sohbetleri dinliyormuş gibi görünen kediler... Buraya gelince kendini bir kabileye aitmiş gibi hisseden üniversiteliler... Gibi gibi yani. Kaktüs’e gitmek/orada bulunmak aynı zamanda BİR ŞEYDİ zamanında. şimdi de öyle belki, ama eskisi kadar etkili değil. Cihangir’deki Kaktüs’te ise o gece canlı müzik vardı. Amacım müziğe kulak vermekti tamamen. Çünkü sahneye çıkan Selen Üçer’i epeydir dinlemek istiyordum. Sonunda “Kaktüs’te çıkıyormuş” diye haber alınca uçup geldim. Selen’i şöyle tasvirleyebilirim rahatlıkla: Marilyn Monroe’nun esmeri. Bana MM’yi hatırlatması belki “My Heart Belogns To Daddy”yi pek şahane yorumlamasından da kaynaklanıyor olabilir, emin değilim. Ama Selen de tıpkı MM gibi seksi sahnede. Kıvamında bir göğüs dekoltesi. Kıvamında bir şuhluk... Selen sahnede o gece klasikleşmiş filmlerin şarkılarını seslendirdi arka arkaya. Araya birkaç tane Türkçe de serpiştirdi.
YAVRUCUM SEN NEREDEN ÇIKTIN?
Selen’i dinlerken bir de baktım yanıbaşımda bir bebek arabası. “Nedir bu, enstalasyon mu?” diye bebek arabasının içine baktım. Yok hayır, içinde gerçekten uyuyan bir bebek var. Annesi söyledi, yedi aylıkmış. “İyi de bara bebek getirmek niye ki?” dedim. Kocasının doğum günüymüş, onun için getirmişler bebeği. Ailece kutlamak için. Sonra uyandı bebe tabii. Biraz yüzünü buruşturdu filan. “Kim bu etrafımdaki denyolar?” der gibi biraz bakındı. Ama hiç sesini çıkarmadı. Uslu uslu kucaktan kucağa gezdi. Yabancı çocuklar gibi. Malum, Türk çocukları zır zır ağlamadan duramaz. Anne-baba rahat bırakmadığı, eş dost akraba tayfası sürekli orasını burasını “aman da ne şeker” diye diye mıncıkladığı için.
BANANECİYİM...
Hâlâ emin değilim tabii, bara yedi aylık çocuğun getirilmesi romantik bir şey mi yoksa tam tersi berbat, sorumsuz, bencil bir davranış mı? Ben çözemedim. Çözmek de istemedim. Böyle durumlarda “bananeciyim”. Hani isteyen istediğini yapsın, sorumluluğu nasılsa ona ait... Peki aileden sorumlu bakan Aliye Kavaf ne der acaba? Bu konuda da var mıdır bir hastalıklı rivayeti? Acaba...
UNUTMADAN 1: Selen Üçer iki haftada bir sahne alacakmış Kaktüs’te. Her çarşamba. Cihangir sınırları içerisinde olursanız bir uğrayın. Dingin bir gece için iyi bir tercih olabilir.
UNUTMADAN 2: Selen aslında oyuncu. Tiyatro, sinema, dizi yapmışlığı var. Ama şarkıcılığı da epeydir dillerde. O yüzden meraktaydım, işte en sonunda burada yakaladım.
Tunick’i takipteyim
Yüzlerce insanı bir araya toplayıp çırılçıplak çekmesiyle ünlü fotoğrafçı Spencer Tunick, bizi es geçip Tel Aviv’de çekim yapmak üzere başvuru yapmış ısrail’e. Tabii bu başvuru üzerine ısrail Parlamentosu ayaklanmış, “daha neler canım, toplu fuhuş bu” tonlamasında... Tunick’in çekim yapmak istediği yerlerden biri de hayli ilginçmiş aslında; Ölüdeniz sahilleri. Tunick’i hâlâ buraya bekliyoruz tabii. Israrla. Tuz Gölü civarı ilginç gelebilir ona diye düşünüyorum. Hem gözden ırak hem de en muhafazakar şehirlere birkaç adım ötede. Hem çelişki hem de kalpler bir olur, daha ne...
Neden Paris?
Vogue’un Türkiye’de çıkması gerçekten iyi oldu. Diğer dergilere de bir hareket geldi. Dergi piyasası canlandı. Bunlar iyi hoş da, Vogue Türkiye’nin partisi neden Paris’te yapıldı? Anna Wintour iki dakikalığına partiye uğrasın diye mi? Ya da madem Paris’te yapmak kesinlikle şart. Olmazsa olmaz. Mesela Hindistan Vogue’u da mı orada açılış partisi yaptı? Yani kendi ülken dururken Vogue’un çıkışını önce Paris’te kutlamak geleneksel bir şey mi? Yoksa her şey ekonomik mi? Halihazırda orada bulunan insanları buraya davet etmektense oradaki otele davet etmek daha mı kolay? Bunu da çözebilmiş değilim, Kavaf’tan rica ediyorum nolur el atsın “bence vöög” meselesine...