Ye, film izle, bir daha izle

Erken kış atmosferi dolayısıyla sinemalara akın olması kaçınılmaz.

Özellikle (nasıl geçti habersiz) bu hafta sonu fena halde öyleydi.
Akın ötesi...
O zaman kişisel rapor vereyim: Önce Maçka G-Mall’da (ya da çok kullanılmayan adıyla Cinebonus mu desem?) halihazırda sürmekte olan Filmekimi’nden bir filme girdik birkaç arkadaş.
Gregg Araki’nin “Gümmm”üne... Üniversitelilerin seks komedisi olarak başlayan film, ilk yarım saatten sonra bir anda gizli tarikat-dünyanın sonu gibi konularla bulanıp gitti şuursuzca.
Ama olsun, eğlendik.
Hatta salonda Hıncal Uluç bile vardı. Meşhur kahkahasını duyduğumuza göre o da eğlendi sanıyorum.
Filmin en eğlenceli karakteri, sekse bakış açısı hayli “kuralcı” olan London adlı kadındı. Seviştikten sonra yanındaki esas çocuğa şöyle diyordu mesela: “Beraber uyuyalım, sonra da sabah kahvaltı edelim diyen bir tip değilim.”
Araki’nin filminden sonra bir başka kafa ütüleyici filme daha, ama bu kez popüler bir ürüne, bildiniz “Eat, Pray, Love”a girdik.
Yine birkaç arkadaş (o yüzden sürekli çoğul/tombalak bu dillendirme hali).
Sonuç?
Filmin ilk yarısındaki İtalya bölümlerinde o kadar iştahla yemek yedi ki Julia Roberts, acıktık!
Ve ilk yarının sonunda Num Num’a atıp kendimizi, pizza yedik.
Dolayısıyla ikinci yarıya filan girilmedi, pek girilmek de istenmedi.
Neden?
* Çünkü filmin İtalya (tanıtım) kısmı gayet iyiydi, hoştu, iştah açıcıydı; ama Hindistan kısmında bunalım doruk noktasına çıktı ve ayrıca: Batılı kadının doğudaki içsel yolculuk klişesi artık bayıcı.
* İlk yarı bir Amerikan filmi için fazla uzundu, bir ara sıkıldım.
* Ama haksızlık etmeyeyim; bazı tespitlemeler güzeldi. Özellikle David’le (bu kez pırıltı düzeyi hayli yerlerde sürünen James Franco oynuyor) olan ilişkisine dair olanlar...
* Bir de Julia Roberts’ı üzgün görmeye tahammülüm yok, o hep gülsün geniş ve yayvan ağzıyla...

İstanbul’a gelseydi...

Peki Julia Roberts’ın canlandırdığı Elizabeth Gilbert, kendini arama/tarama yolculuğunda Roma yerine ilk önce İstanbul’a gelseydi; nerede yaşardı/nasıl şeyler yaşardı?
Şöyle olabilir miydi mesela İstanbul macerası:
* Çukurcuma’da bir ev kiralardı.
* Tophane’deki galeri sahipleriyle kısa sürede arkadaş olurdu. Oralara takılan bohem bir Türk’le sevgili olabilir, ondan Türkçe öğrenir, ama çocuk beş kuruşsuz olduğu ve durmadan parasını yediği için yine mutsuz olurdu.
* Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki ocakbaşı restoranlarından çıkmaz, oradaki rakı muhabbetlerinden acayip keyif alırdı. Tabii meyhanelerden de...
* Bambi Büfe’nin ıslak hamburgerini/dürüm dönerini, filmde spagettiyi nasıl tapınarak yiyorsa, aynı hissiyatla, bir Babylon konseri çıkışı kazınmış midesini bayram ettirmek için mesela, yer babam yerdi...
Yazarın Tüm Yazıları