Yalnız kalmayı bilmek ya da bilememek...

İlber Ortaylı’nın önceki gün Twitter’da (bu platforma X demek hâlâ zor geliyor) paylaştığı “Yalnız kalmayı bilmek” yazısı gerçekten düşündürücüydü.

Haberin Devamı

 “İyi düşünmek için yalnız kalmak gerekir” diyordu Ortaylı. Devamında şunları ekleyerek:
“Yalnız kalmayı bilmeyen milletlerden fazla bir şey çıkmaz. İyi bir düşünür çıkmaz. Maalesef biz Türklerin böyle bir kabiliyeti yok. Türk yalnız kalamaz. Beraber ders çalışır, beraber yazı yazar, beraber gezmeye gider, beraber aylaklık eder. Sinemaya bile tek gitmez. Yalnız kalmayı sevmez, bilmez. Yalnız olmamanın getirdiği garantiye, yani tehlikeden uzak yaşamanın konforuna güvenir.”
Ortaylı’nın yazısından sonra düşündüm de; galiba az ya da çok hepimiz yalnızlık muhafazakârıyız.

DELİLİK BU YAPTIĞIN...

Geçtiğimiz haftalarda Assos civarında turlarken yönetmen bir arkadaşımın ıssız bir tepeye yaptığı konteyner eve ziyarete gittim.
İlk tepkim bilinçsiz bir şekilde şu oldu: “Burada tek başına yaşamak mı! Valla bravo sana.”
Yalnız kalabilmesini hem ucundan övüyor hem de “delilik bu yaptığın” alt metnini de sunuyordum ona.
Zaten hep öyle değil midir?
Yalnız kalabilene, yalnız yaşayana “Bu da çok yalnız kaldı, kesin delirdi” gözüyle bakılır, “Bir evlenemedi gitti, üzülüyorum haline” diye vah vah çekilir.
Çünkü çocukluğumuzdan beri yalnız kalmamaya kodlanıyoruz.
Yalnızlığın ürkütücü bir şey olduğuna inandırılıp mümkün olduğunca ondan uzak kalmaya çalışıyoruz.
Şarkılarımız bile böyle. Hatırlayın, “Yalnızlığım pusu kurmuş yollarıma beklemekte” diyordu Sezen.

ÖZLEM TEKİN ÖRNEĞİ

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Özlem Tekin haberlerinde de aynı duygu hakimdi.
Yıllardır bir köyde yaşayan Özlem Tekin’in bu radikal yalnızlığı tercih edişi her daim merak konusu olmuştu zaten. Onun yalnızlığını hep dikiz halindeydik.
Sonunda bir gün çiftliğini terk etmiş Özlem Tekin. Ve güya etraftaki komşuları onu merak etmiş, sonra da bu durum hızla haber oldu: Özlem Tekin kayboldu diye.
Yalnız kalmayı bileni dahi takipteyiz, sürekli peşindeyiz işte.
Onu da çemberin içine tekrar almak için uğraşıyoruz.
Artık ya kıskançlık ya da sonu gelmez ve anlaşılmaz bir şefkat duygusuyla...
Orası hayli kara delik.

Haberin Devamı

Peki yalnız seyahat etme meselesi

Haberin Devamı

Bu konuda yeni jenerasyon bence çok iyi. Alıp başını giden, yanında herhangi bir arkadaşa ya da yakına ihtiyaç duymadan gezip tozanların sayısı hayli fazla.
Bir önceki jenerasyonlarda ise seyahat konusunda hep bir kalabalık hareket etme duygusu var. Çünkü şu duygu hep baskın çıkıyor: “Tek başına gidilir mi ya, sıkılırsın!”
Oysa yalnız gezerken -eğer kendini kapatmayıp her şeye açık olursan- aslında tek başına kalmayabilirsin de... Yoldayken birçok yeni insanla tanışabilirsin.
Ayrıca yalnız seyahat ederken en basitinden en zoruna tüm kararları tek başına aldığın için kendini daha iyi tanımaya başlarsın.

Tek başına yemek yemek

Bir de yalnız yemek yeme meselesi var.
Bu da bizde çok azdır, hatta hiç yoktur.
Restorana tek başınıza girerken bile garson sorar: “Kaç kişisiniz?”
“Sadece ben” yanıtını verince garson şaşırır, nereye oturtacağını bilemez.
Genellikle de en kötü masa verilir: Yalnız ve cezalısın der gibi.
Grup halinde oturan masaların tek başına oturanı mercek altına alması da cabası.
Yani sinemaya tek başına gitmek hadi neyse ama restorana yalnız gidip yemek yemek hayli cesaret işidir bu topraklarda.

Yazarın Tüm Yazıları