Bir arkadaşımın İtalyan, diğerinin de Alman misafirleri gelmiş. Haliyle onları dışarı çıkarıp gezdirmek istiyorlar.
Benim de en sıkıcı bulduğum şeylerden biridir; bir yabancıyı alıp mekan mekan gezdirmek (hepimiz misafirperver olmak zorunda mıyız?)
Doğru dürüst eğlenemezsin, kendini turist rehberi gibi hissedersin, yani aslında sıkıntıdan patlarsın. "Otele gidip uyusa artık" olursun. Hele yabancılarla iş yapanların durumu daha zor. İlla ki gece bir yere götürmek zorundalar.
Bu yüzden soran çok oluyor, "Yabancı misafir var, nereye götürelim?" diye.
Hemen aklıma Al-jamal geliyor. Hem mutfağı hem de ortamı modernize oryantal diye.
Bizse o gece Sortie’ye gittik. Yeni açılan Chocolate’a konuşlandık. İtalyan zaten Türk’lerle iş yaptığı için hayli Türkleşmiş.
Türkçe pop çalar çalmaz oynamaya başlıyor. En saçma Türkçe poplara bile kulak aşinalığı var.
Alman ise buzzz gibi. Ki yarım saat sonra oteline gitme kararı alıyor. Arkadaşım önce rahatlıyor, ama sonra da üzülüyor, "Niye gitti, bir yanlış mı yaptım acaba?" diye.
Her ikisi de zor yani. Fazla Türkleşen yabancı karizmayı çizdirici unsur olabiliyor, fazla asosyal/mesafeli olanı da bayıcı.
"Bırakınız yalnız gezsinler" diyeceğim, ama o zamanda başları daha feci belaya girebiliyor.
Bu hususla ilgili yaşanmış bir hikaye var, onunla konuyu bağlıyoruz, buyrun:
Büyük bir otelin müdürü, iyi müşterilerinden olan genç yabancı çifti eğlensinler diye kentin en popüler kulübüne yolluyor.
Yabancı çift müziğin/alkolün etkisiyle kulüpte deliler gibi öpüşmeye başlayınca yan masalarındaki ağır abilerden biri, "Aloo kardeşim" oluyor. Hır gür çıkmasın diye badigartlar yabancı çifti apar topar ve nedense epey de hırpalayarak dışarı çıkartıyorlar.
Yazın favori içeceği
Bugünlerde haftalık/aylık tüm dergilerden yöneltilen soru hep aynı: Yazın nereye gideceğiz, ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, neyle dans edeceğiz?
Hani "ne bilim" demek geliyor içimden. Ama sonra dayanamayıp yazıyorum yanıtları.
Mesela içecek konusunda seçenek o kadar bol ki. Herkes kendi bünyesine göre takılabilir.
Ben votka tonikçiyimdir her seferinde. Ama votka monster diye yeni bir şey de var. Bugünlerde New York’luların sık sık içtiği.
Oraya gittiğimde içmiş ve bayılmıştım. Buraya gelse onu da içebilirim mesela.
Monster, bir tür enerji içeceği. Esas özelliği zencefilli olması. Farklı tadı o veriyor yani.
Geçen akşam votka monster değil ama onun gibi farklı bir şey içtim: Damla sakızlı martini.
Kırmızı dekolte elbisesi, ön kısmında bir tutamı "karizmatik" beyazlamış kumral saçlarıyla Mutlu Tönbekici cidden çok göz alıcıydı.
Ayşe Arman’a verdiği röportajla Tuğçe Baran’ı öldürdüğünü, artık kendi adıyla yazacağını ilan etmiş Mutlu. Kıskanmamak elde değil, keşke bizim de şöyle öldürüp yerine geçeceğimiz alt-üst kimliklerimiz, karakterlerimiz olsa. Eğlenceli olurdu.
Mutlu’nun nefis yazılarına kavuşacak olmak iyi güzel de, TB iken sürdürdüğü "sansürsüz" dellenme/bodoslama dalma hali MT iken rahat rahat sürecek mi, meraktayım.