İnternette, orada burada denk gelmişsinizdir görüntülerine.
Pelin Batu canlı yayında uyumuş. Hem de öyle böyle değil. Bayağı derin. Öyle tatlı tatlı uyumuş ki, programın diğer konuşmacıları kısık sesle konuşmaya başlamışlar bir süre sonra. Pelin tatlı uykusundan aniden uyanınca yine tatlı tatlı saçmalamış, “Vücudum attı, uyuyakaldım” diye. Ne demekse? Dalga geçecek değilim Pelin’in lafıyla. Ben de öyle tatlı uykudan aniden uyanayım daha feci saçmalayabilirim. Pelin aslında şahane bir televizyon fantezisini uygulamış oldu. Televizyonda, hem de canlı yayında çatır çatır uyuma fantezisini. Televizyon hep hareketli bir şeydir ya. Program yapanlar vıcır vıcırdır, iki saniye durmaz, ya sürekli konuşur ya da dikkati daha çok programına çekmek için olmadık şeyler yaparlar. Tamam, elbette televziyonun doğasında var bu. Ama Pelin uyuyarak daha çok ilgi çekti işte. Pelin bundan sonraki programlarda yine uyusa ve diğerleri yine vır vır saatlerce konuşup dursa, o programa daha çok göz atabilirim. Diyelim ki, azıcık rahat etsin diye Pelin’e bir adet çekyat attılar. Uyurken harap olmasın diye. Bu kez Pelin hangi pozisyonda uyumuş diye merak ederim mesela. Rüya görürken sağa sola hareket ediyor mu? Konuşuyor mu arada bir? Sonra kalkınca yine aniden uykusundan, bu kez şöyle mi diyor: “Çekyatım attı...” Ne yani, konuş konuş içimizi bayan onca televizyon karakterinin yanında uyuyan pamuk prenses Pelin Batu daha güzel bir alternatif değil mi? Bence öyle. Hepinize iyi uykular o zaman. Kuzucuklar. Pelin’in kuzucukları...
Çekyat fobisi
Çekyat filan demişken yazmazsam olmaz... Tarkan gözaltı sırasında tıpkı “paşalar” gibi çekyatta yatmış ya. Çekyat öyle bir yerde konforlu bir şey tabii, anlıyorum. Ama uzun süredir çekyat lafını duymuyordum. O yüzden bir tuhaf oldum. Çünkü çekyat, çok 80’lere ait bir şey. Mutlaka sizin de büyüdüğünüz evde bir çekyat (belki şu an hâlâ var) olmuştur. Çekyat o dönemler bir statü simgesiydi adeta. Çekyatı bolsa bir evin, anla ki o evin sahipleri ortadirek filan değil, bayağı orta-üst sınıftandı. Çünkü ne kadar çekyatın var, o kadar çok gelenin gidenin, konaklayanın var. Ve o kadar itibarlısın, o kadar tanıyanın edenin, akraban var. Yani sülalen geniş. Zenginsin işte. Ayrıca bu çekyatların altına bir sürü ıvır zıvır koymak da mümkündü. Çekyat sahibi anneler doyamazdı o çekyatların altına öte beri koymaya. O dönemler geldi geçti. Çekyatın modası da... Ama bendeki çekyat fobisi geçmedi. Sevmiyorum çekyat. Ruhsuz, sıkıcı, estetik dışı geldi hep. Hâlâ da öyle geliyor bana. Beynim attı, hatırlatayım dedim...
Yaza ne yapıyorsun?
Herhalde kimse ömrü hayatında, “bu kış şunu yapmak istiyorum” diye plan yapmıyordur. Ya da hadi abartmayayım, yapıyorsa bile azınlıktadır. Ama yaz öyle mi yahu? Al işte, pek az kaldı yaza. şimdiden herkes plan program yapma telaşında. Bu yaz şunu yapayım, mümkünse şurayı göreyim filan aşkında. Gerçi biz hep son dakikacıyızdır, son ana kadar belli olmaz işlerimiz. Yine de yaz planı yapmak iyidir, güzeldir, limonata gibi bünyeye hoş bir serinlik verir. Peki sizin var mı yaz planınız? Uçuşuyor mu fikirler beyninizde? Ya da uçuşmuyorsa bile uçuşturunuz ve hatta en orijinal fikirlerinizi yazınız. Ki herkes nasiplensin. Bekliyorum. Benim yaz planımı da o zaman açıklayayım bari. Tam olsun...
Ne zaman çıplak poz vereceğiz
Spencer Tunick, kamuya açık yerlerde yüzlerce gönüllü insanı çırılçıplak soyup toplu halde fotoğraflamasıyla ünlü bir fotoğrafçı. Yıllardır bıkıp üşenmeden çeşitli şehirlerin büyük meydanlarında bu tarz çalışmalar yapar durur. Bu kez Tunick, Sidney’deki meşhur Opera Binası’nın merdivenlerinde yapmış çıplak fotoğraflama işini. Yine yüzlerce insan, yine çırılçıplak... Hep fantezimdir: Bir gün ya Tunick’in çalışma yaptığı o şehirlerden birine önceden gidip çekime katılan delilerden biri olacağım. Yani çıplak poz vereceğim. Ya da bir gün -ah ah elbet bir gün- Tunick bizzat kendisi ıstanbul’a gelecek ve diyelim ki Ortaköy/Taksim Meydanı’nda filan çıplak poz verdirecek hepimize. Galiba birinci seçeneği gerçekleştirmek daha kolay. Hiç değilse yıllar boyu ümitsizce beklemem gerekmiyor.