Türkbükü Bianca’da geceyarısı partisi

Önce mazi: Bundan üç yıl önce Gölköy çıkışındaki Tampa’da (bu hafta sonu itibariyle yeni Supper Club) gecenin bir yarısı İstiklal Marşı çalındığı söylenir.

Çaldıran kişi de mekánın işletmecisi Emre Ergani’dir.

Ergani durup dururken marş çalmaz elbet.

Tampa’nın karşısındaki sitelerden "yüksek sesli müzik" için jandarmaya şikayet gitmiştir.

Ergani de bu şikayeti protesto için İstiklal Marşı’nı koyar bangır bangır, nedense.

O zamanlar (Aktüel’deyken) bu garip mevzuyu Ergani’ye sormuştum hatta, pek sinirlenmişti.

Neyse, aradan yıllar geçti. Bu mesele de bir adet "X files" olarak rafa kalktı.

Şimdi Ergani, İstanbul’daki kışlık Blacck’in başarısından sonra yine Bodrum’da.

Eski Havana yeni Bianca olan mekánında.

Bu arada belirtmeli: Havana bir zamanlar efsaneydi. İçinde barındırdığı kuaförden dolayı hem de.

Efsaneye göre, denizde bir-iki kulaç atınca saçları bozulan şık şıkıdım kadınlar, güneşlenmeden evvel bu kuaföre girer, saçları yapılı bir şekilde güneş banyosuna tabi tutarlardı kendilerini.

O kuaför hálá var. Ama saç yaptıran yok. Çünkü gündüz genelde boş mekán.

Gelelim detaylara... Havana’nın haline göre Bianca sanki daha bir genişlemiş gibi.

Sanırım yeni yapılan iskele ve onun üzerine kondurulan bardan dolayı.

Türkbükü’nde tüm beach’lerde olduğu gibi, burada da cibinlikli localar var, beyaz beyaz.

Bir de Rum Meyhanesi mevcut, Levendiz. Yunanistan’dan gelen canlı müzik gruplarının çaldığı.

Ama buranın asıl mevzusu, deniz ya da güneş değil tabii.

Akşamüstü ve geceyarısı yapılan özel partileri.

Ben gittiğimde akşamüstü partisinde bir numara yoktu, o yüzden gece bir daha gittim.

Bu kez iyiydi. St. Tropez’den gelen dj’ler çalıyordu o gece. Lakin arada bir Türkçe pop duyar gibi oldum, şaşırdım. St. Tropez dj’i nereden bilebilirdi ki Serdar Ortaç’ı?

Meğer kabinde Türk dj de varmış, kitlenin nabzına göre arada şerbet veriyormuş.

Partinin en orijinal yanı ise bence dansçılarıydı. Kadın, erkek ve transseksüelden oluşan dansçılar gerçekten başarılıydı, hatta transeksüel olanları bir ara üstsüz dans ettiler.

Çeşme’de ’power’ isteyen bir kadın

İşte kısa kısa Çeşme notları...

Burası Bodrum’a göre daha bir "şehirli" sanki. Yazlıkçı İzmirliler’in yıllar süren etkisinden dolayı olabilir mi?

Çiftlikköy’deki Kum Beach sakin bir ortam isteyen herkesin favorisi olmuş durumda. Çünkü denizi güzel ve sakin. Alaçatı’daki Babylon’un plajı da öyle. Ama buranın gündüz yemekleri pek zengin değil, özellikle de fazla kahvaltı seçeneği yok.

Babylon’un yanı başındaki windsurf okulunun kafesi ise muhteşem. Açık yeşil sandalye ve masalar, hafif bir Yunan müziği ve şahane yapılan bir menemen. Burada upuzun bir kahvaltı yapın, yolunuz düşerse... Yeri gelmişken bir kahvaltı mekánı daha: Alaçatı’daki Alaçat. Eski bir Rum evinin ahır olarak kullanılan kısmını nefis bir kahvaltı mekánı yapmışlar.

Ayayorgi Koyu’ndaki beach club’lar çok kalabalık oluyor. Granada ve Sole Mare’yi genelde gençler tercih ediyor. Paparazzi ise orta yaşlıların yıllardan beri tercih ettiği bir klasik artık.

Granada’nın içindeki Atelier Michelle’de neredeyse her hafta sonu bir konser yapılıyor. Mesela 22 Temmuz’da Gülşen orada olacak (sanırım Reha Bey de en önde filan izler). Benim gittiğim hafta sonu Ajda Pekkan vardı. Üç saate yakın Ajda’nın eski-yeni şarkılarıyla coştuk, ama yan taraftaki Sole Mare’nin giderek (nispet yaparcasına) sesini yükselttiği müziğinden de epey rahatsız olduk.

Bu arada Ajda yine İngilizce ile karışık Türkçe cümleler kurdu şarkı aralarında.

Mesela: "Hadi daha çok power (güç) istiyorum!" ve "Ben de mazoşist oldum finally (sonunda)".

Böyle de ’after party’ olur muymuş?

Guns N Roses konseri sonrası, grubun istediği "after party" günlerdir konuşuluyordu.

Yok şifreyle girilecek, yok modeller gelecek, aman da nerede olduğu bilinmiyor filan deniliyordu.

Neyse beklenen gün geldi, konser yapıldı.

Bence konser pek sıkıcıydı.

Axl Rose’un sesine bir şeyler olmuştu sanki. Performansı o kadar iyi değildi.

Zaten bir buçuk saatlik gecikmeyle çıkmışlardı, kalabalık yeterince "yuh" çekmişti o saate kadar.

Konserin sonuna doğru dendi ki, "Hadi after party’ye gidiliyor".

Önce Reina’da resmi bir parti var dediler, grubun katılması gereken. Kontratlarında varmış.

Ardından Sortie’deki Supper Club’da esas parti olacak...

Grubu Türkiye’ye getiren organizatör Joe Rambock ve diğer grup elemanları birer birer geldi Supper’a. Ama ortada esas adam yoktu: Axl Rose.

Godot’yu bekler gibi
epey saat Axl Rose beklendi.

Bir süre sonra Axl’ı filan unuttuk tabii, geleceğinden umut kesildi.

Herkes kendi çapında "after party"sine başladı, eğlendikçe eğlendi.

Hatırlıyorum, ben Deniz Akkaya’yla epey muhabbet ettim. Bir de Abdullah Oğuz’la... Ve derken saat 04.15’i filan gösterdiğinde Axl Rose geldi.

Yanında kendisi gibi giyinmiş (gözlüklü ve şapkalı) iki yabancı kadınla beraber.

Ben çıktığımda (05.30), Axl Rose minderlerin üzerinde dansediyordu ve ne yazık ki, artık kalabalığın pek umrunda değildi o saatten sonra.

Kimse Axl’ın yüzüne bakmadı bile...

Asıl ilgi çekici olan kimdi biliyor musunuz? Kaya Çilingiroğlu!

Biri esmer, diğeri kumral iki kadınla beraber gece boyu eğlenen Kaya Bey’in beyaz üzerine siyah düz çizgili "zebra" pantolunu da görülmeye değerdi.

Nereden buluyor Kaya Bey bu kıyafetleri
, gerçekten inanılmaz...
Yazarın Tüm Yazıları