Paylaş
Ne diyorduk? Aşk filan yok, bolca takılma denen şey var.
Tamam, ama olaya bir de şöyle baksak:
Günümüzdeki aşk biçiminin adı kısaca takılma olamaz mı?
Hemen celallenmeyin.
“Bitti mi yani o eski aşklar?” diye hüzünlenmeyin.
Ya da hüzünlenin, celallenin.
Çünkü gerçek bu, o aşk(lar) eskidendi bebeğim...
Yeni hayatın/zamanın aşk anlayışı bu işte, takılmak.
Çünkü rahat, çünkü daha konforlu, çünkü her şey çok hızlı ve bu yüzden duygular da çok hızlı değişiyor.
Zaten bütün mesele bu: Duyguların ışık hızıyla değişmesi...
Eskinin erişimiyle şimdinin erişiminde dağlar/okyanuslar kadar fark var. Artık hızla tanışıyor, hızla flört ediyor, hızla tadını çıkarıyor, sonra birbirimizden hızla bıkıp ayrılıyoruz...
Bu nedenle sevgilisinden ayrılan sevgili Burcu Esmersoy, “Neden böyle oldu?” diye düşünmemeli. Boşvermeli.
Devir böyle. Ruh halleri böyle. Bu hızla bu kadar...
Eski aşk anlayışında sabır varmış, tahammül çokmuş (bir varmış bir yokmuş, masal gibi oldu).
Şimdi yok. Olmaması da gayet doğal. Öyle yaşamıyoruz ki...
“Sen niye bu konuya takıldın kaldın?” derseniz, bilmiyorum.
Benimkisi de galiba, an itibariyle, takılmaya övgü...
Yeri göğü parlayan o şehirde
Viyana’dayım. Sokaklar Christmas nedeniyle ışıl ışıl. Yer gök parlıyor. Göz alıcı ve neşeli.
Her tarafta irili ufaklı Noel pazarları.
Hediyelik satanlar, sıcak şarap ve punsch içenler...
İnanılmaz hareketli yani.
Dedikleri kadar varmış, yılın bu zamanında Viyana başka türlü oluyormuş. Denk geldi, görmüş oldum.
İnsan o nefes kesici ayaza rağmen sürekli sokakta dolaşmak istiyor.
Özellikle geceleri... Çünkü Xmas marketleri daha hareketli oluyor, dolup taşıyor. Bu haliyle şehri daha çok seviyor, bağlanıyorsun.
Tamam, bizde bu kadar olması elbette mümkün değil.
Ama en azından ışıklandırma yapılmalı.
Şehirlerimizi bu kadar sönük bırakmak doğru değil.
Sonunda Fettah Tamince bile isyan etti ya, “Hıristiyan değiliz ama yılbaşı ışıklandırması yapmak kötü bir şey değil, turistler için gerekli” diye.
Evet, şehirler ışıklı haliyle daha güzel.
Özellikle yılın bu son zamanları...
Viyana’nın gelin gibi süslenmiş haline bakınca bunu daha iyi anlıyorsun...
Biz bu gece turluyoruz
Bu gece yüz yüze hiç karşılaşmadığım, ama Sosyal Hürriyet profilimdeki yorumlarından tanıdığım iki okurla dışarı çıkıyorum!
Önce Karaköy’deki Colonie’de yemek yiyerek başlayacağız geceye.
Sonra diğer popüler mekanlara bakacağız, eğleneceğiz...
Bu gece turu fikri iki hafta önce çıktı.
Yazılarıma yorum yazanlara dedim ki, “Neden arada bir beraber gecelere akmayalım?”
Fikir beğenildi, hatta yurtdışına da eğlenmeye gidelim diyen bile çıktı!
Şimdilik İstanbul’da eğleniyoruz.
Ama belli mi olur, yurtdışına da gideriz bir gün.
Ayrıntılar için Sosyal Hürriyet’i takipte kalın...
Geri dönüp ne yapacağım?
Bir ara sokaklardaki kalabalıktan yorulup bir restorana oturuyorum Viyana’da. Splitterberg Xmas marketine yakın.
Restoranda çalışan garsonlardan biri Türk.
Beş yıl önce gelmiş şehre.
Üniversitede işletme okumak için.
Şimdilerde yeni bir bölüme geçmiş, okumaya devam ediyor.
İstanbul’u filan özlüyor ama “Geri dönecek misin?” şeklindeki soruma yanıtı net ve fevri:
“Dönüp ne yapacağım ya?! Türkiye giderek geriye gidiyor. Buraya ilk geldiğimde ağlıyordum, ama şimdi alıştım. Asla dönmem.”
Bu sözlerin üzerine ne denilir ki?
Yanılıyorsun, asla öyle değil filan mı? Maalesef diyecek bir şey yok, haklı.
Son olarak, Viyana demişken:
Eski bir metro istasyonuna konuşlanmış, şahane bir ambiyansa sahip caz kulübü Albertina Passage’ı, modern/neşeli tarzıyla Mama Shelter’ları anımsatan 25 Hours Oteli’ni, modern mutfaklı Kussmaul’u, botanik bahçesini andıran Palmenhaus’u ve tabii şehrin en gözde en eski pastanesi/kafesi Demel’i görmelisiniz. Eğer yolunuz düşerse...
Demel’in DO&CO’nun sahibi Atilla Doğudan’a ait olduğunu da hatırlatalım...
Paylaş