Paylaş
En başta da, “Sosyal medyada herkes dedektif kesildi” diye ayar verenler cinayeti konuşmaktan kendini alamıyor. Aslında konuşmak gayet doğal, üstten bakmaya/tırmalamaya lüzum yok.
Nitekim nereye gitsem/gitsen hâlâ bu cinayet konuşuluyor. Çünkü bu cinayette her şey var:
◊ Evli, ünlü bir erkek.
◊ Onunla bir dönem ilişki yaşamış ama sonra bir türlü kopamadığı anlaşılan,
silahları/şatafatlı hayatı/efelenme hallenmelerini sevdiği her pozundan belli, inişi çıkışı bol bir kadın.
◊ Otel odasında cinayet ve bu cinayeti kimselerin duymaması.
◊ Kadının hayatı hakkında bilgi vermek üzere sıraya giren yeğenler/kuzenler/abiler. Hepsinin de “Böyle bir şey yapmaya zaten meyli vardı” şeklindeki tuhaf açıklamaları.
◊ Kadının cinayet motivasyonu iddiaları: Bitmeyen aşk mı, erkeğin karısının hamile olduğunu öğrenmesi mi, yoksa aslında zamanında verdiği paraları geri almak istemesi mi? Ya da hepsi birden mi?
◊ Erkeğin üç gece önce kadının yeğeninin de bulunduğu bir doğum günü gecesine katılması. Yani sadece kadına değil, ailenin diğer fertlerine de yakın oluşu.
◊ Kadının uzaklarda (söylenene bakılırsa Amerika) bir yerde, kimliği sır, İranlı zengin imam nikâhlı eşi!
◊ Ve o son gece konuşmaları... Kadın erkeği çağırıp neler konuştu? Ya da erkek bizzat kendisi gelmek istemiş olabilir mi?
Zaten her daim muamma kalacak konu da bu. Hiçbir zaman aralarındaki son konuşmalar asla bilinemeyecek.
Sadece tahmin yürütmekle kalınacak.
Otel ve silah
Medya, cinayet işlenen otel konusunda da tuhaf bir şekilde ikiye ayrıldı.
Ya şöyle denildi: “Beşiktaş’ta ünlü bir otel...”
Ya da direkt böyle: “Conrad Otel’de işlenen cinayet...”
Bir de silah konusu vardı.
Otele silah nasıl sokulabilirdi ki?
Türkiye Otelciler Birliği Başkanı Timur Bayındır herkesi aydınlattı:
“Otele girerken silaha el konur, kasaya kapatılır ve anahtarı müşteriye verilir.”
Bir otelci arkadaşa sordum, o da şöyle dedi:
“Ruhsatlı silah taşıyan birine otel silahını bırak demez. Aslına bakarsan bu hassas bir mevzu. Her otelin prosedürü farklı işleyebilir.”
Nurseli İdiz’in doğrusu yanlışı
Nurseli İdiz bir tür, “adı çıkmış dokuza inmez sekize” durumu yaşıyor.
Geçen hafta hem tiyatro oyunu hem de yeni dizisindeki rolünü o malum nedenle kaybettiği söylendi: Alkol.
Oysa İdiz dün bir açıklama yaparak durumun öyle olmadığını anlatmaya çalıştı.
Ama kendini ifade etmeye çalışırken bu kez de şöyle bir cümle kuruverdi:
“Bu ülkede sette alkol alan oyuncular var, neden sadece ben bedel ödüyorum?”
İletişimde en büyük hata bu.
Kendine ait bir durumu açıklamaya çalışırken başkalarından örnek vermek, onlara çatmak, yüklenmek.
Nihayetinde akılda kalan sonuç yine alkol.
İdiz’in anlattığı diğer detaylar ise haliyle güme gitmiş oluyor.
Ya Akmerkez ya Amerika
Filiz Aker ya da Fatoş Bayer...
Sanki gerçek değil de bir Tarantino filminin karakteriymiş hissiyatını verdi son üç gündür.
Nitekim yakınları hakkında öyle şeyler söylediler ki, bir bakıma karakterin gözümüzün önünde canlanmasına vesile oldular.
Yeğenler peş peşe şunları söylemeye doyamadı mesela:
◊ “O güçlü bir kadındı, bir şeyleri hazmedemedi. Halam zaten Vatan’dan çocuk yapmak istiyordu ama hamile kalamamıştı. Doktoru hamile kalamayacağını söylemiş. Aile içinde otorite ondaydı patron oydu.”
◊ “Her yerde onu görüyorum, bu evi satacağım, ya Akmerkez ya da Amerika’ya gideceğim dedi bana. Bir hafta sonra da Akmerkez’e taşındı.”
◊ “Teyzem borsada kaybettirenleri partiye çağırıp öldüreceğini söylüyordu.”
Ben bu açıklamalarda galiba en çok şunu anlayamadım:
Akmerkez ve Amerika arasında seçim yapmak nasıl bir şeydir?
Paylaş