Sibel Can deyince akla ne çok şey geliyor aslında: Biraz dekolte, biraz tanga, biraz hamilelik, biraz çocuklarının annesi, biraz "kocasına saygıda kusur etmeyen" evinin kadını, biraz asker kartpostallarındaki mayolu, işveli ama utangaç durmasını da bilen Fahriye Abla pozu...
Bitmedi: Ucundan mafyayla dolambaçlı ilişkiler (hatırlayınız; Karagümrük Çetesi), çocuk yaşta başlanan sahne hayatı, dansözlük, Fahrettin Aslan, sürüyle albüm, yarı ağlak yarı seksi ama hep tombul bakan iri mavi gözler, mevsim başı alınıp verilen kilolar, Emel Sayın’ın gerçek mi sahte mi olduğu hiçbir zaman anlaşılmayan samimiyetinin postmodern versiyonu mimikler, kocalar, dolayısıyla fırtınası eksik olmayan bir özel hayat ve tabii Miami’nin kasırgasında hasar gören o meşhur lüks ev...
Hepsi ama hepsi Sibel Can.
Türkiye gibi bir şey yani, tam mozaik.
Görmüş geçirmiş, esaslı bir karışım ya da karmaşa.
Anlaması bazen zor bazen de kolay.
Gerçi bu yüzden seviliyor, dönem dönem dibe vursa da aynı hızla kendini yukarı çıkarmasını biliyor Sibel Can.
Şimdi de diyor ki (pazartesi günkü Kelebek röportajında), "Adımı söylerken destur alın".
İstediği yerde olmanın ve orayı garantilemenin verdiği ego taşkınlığı ve şımarıklıkla...
Her şeyden biraz, ama birazdan daha çok karmaşık Sibel Can yoluna devam ediyor.
Bir şarkısındaki gibi: Herkes tanık, Tanrım büyük...
Live Earth-kısım iki
Pazartesi günkü Live Earth yazısıyla ilgili organizatör Cengizhan Yeldan aradı.
Şubat ayından bu yana sponsor adayı 32 firmayla görüştüklerini, çoğu firmanın da konsere çok sıcak baktığını söyledi. Ancak bütün firmalar para yatırmak için anlaşmaları görmek istemişler.
Oysa Live Earth anlaşması ancak 30 Nisan’da yapılabilmiş.
Devletteki tüm bakanlıklara da bu tarihten sonra "destek" için yazışmalar gitmiş.
Sonuç? Sponsorlukta en büyük pay sahibi firmalardan biri son dakikada çekilmiş (neyden korkuyor bu firmalar? Çevrecilerden mi?)
Devletin bakanlıkları zaten hiçbir zaman ilgilenmemişler.
(Şöyle bir hissiyata kapılmış olabilirler mi: Yedikule Zindanları’ndaki bu konser, yeni bir Çağlayan Mitingi’ne dönüşmesin?)
Neyse, sonuç olarak ortada şöyle bir gerçek var: Hem Cengizhan Yeldan hem de Marcel Avram bu iş iptal olduğu anda bir açıklama yapmalıydılar.
Ama yapmadılar, geciktiler.
Pazartesi günü Cengizhan Bey’le telefonda konuştuğumuzda da bunu söyledim.
Belki kendilerine göre haklı gerekçeleri vardı, bilemiyorum.
Çünkü böylesi bir organizasyonun gerçekte neden yapılamadığını bilmezsek sadece şu klişe cümlede takılır kalırız ömür boyu: Yine dünyaya rezil olduk!
Evet olduk da, neden ve nasıl?
Fatih Erdemci’yle ilgili haberler
Meğer kimseler unutmamış Ben Ölmeden Önce adlı şarkıyı. "Bu şarkıyı söyleyen Fatih Erdemci şimdi nerededir, neden kaybolmuştur?" diye sorunca yazıda (yine pazartesi günkü, demek ki bereketli pazartesiymiş) gelen mail’lerde hep aynı merak vardı:
"Biz de merak ediyoruz, Erdemci neden müziği bıraktı?"
Doğrusu, şu satırları yazarken henüz Fatih Erdemci’nin kendisiyle bizzat konuşamadım.
Ama bir mimarlık ofisi açtığını ve müzikle artık profesyonel olarak ilgilenmediğini öğrendim.
Gerçi iki yıl kadar önce bir albüm çalışmasına niyetlenmiş, ama sonra yine vazgeçmiş.
Umarım bu yazılar onu motive eder ve yeni bir albümle tekrar müziğe döner...
("Ben Ölmeden Önce"yi dinlemek isteyenler için, YouTube’da şarkının klibi var.)