Paylaş
Herkesin üzerinde bir ağırlık ve birbirine tahammülsüzlük hissi.
En basit misal: Sokakta şemsiyelerle yürüyoruz.
Malum, kaldırımlar dar ve şemsiyeyle yürüyünce alan ekstra daralıyor.
Dolayısıyla herkesin şemsiyesini karşılıklı eğmesi, yani azıcık kenara çekmesi şart, yoksa çarpışma kaçınılmaz oluyor.
Ama her seferinde sadece kendi kendine bu minik hassasiyeti gösterince uyuz oluyorsun.
O yüzden bir deneme yaptım.
Birkaç kere şemsiyeyi eğmeden yürümeye devam ettim.
Karşı taraf da bir şey yapmayınca güm!
Şemsiyelerimiz çarpıştı tabii.
Sonra uzaklaşırken bana baktı kıl kıl.
En iyisi dedim kendime, sen bir sinemaya sığın.
Başka bir dünyanın içine gir, bu dünyadan uzaklaş.
Tom Ford’un Gece Hayvanları’nı gözüme kestirdim.
Orta büyüklükteki salonun koltuklarından birine iliştim.
Ama o da ne?
Sokaktaki ağır ruh halinden sıyrılmak isteyen sadece ben değilim galiba.
Salon tamamen dolmasın mı?!
Tom Ford’un ismine mi geliyorlardı yoksa filminin aldığı övgüler mi yönlendirmişti onları sinemaya?
Neyse ne.
Kalabalıkta film izlemek sıkıcı olsa da bu vaziyet hoştu.
Sinemayı sadece güldürmek ya da ağlatmak sanan yerli filmlerin yanında böyle filmlerin de salon doldurabildiğini görmek...
“Böyle filmler” diyorum.
Çünkü kolay bir film değildi Gece Hayvanları.
Hele aniden bitiveren finaline bakarsınız, “Noldu şimdi?” dedirtmesi muhtemel filmlerdendi.
Peki nasıldı?
O da sonraki yazıda...
Gece hayvanı gibisin uykusuz ve mutsuz...
Gece Hayvanları bence şöyleydi:
◊ Çırılçıplak, şişman kadınların dans ettiği açılış sahnesi muhteşemdi. Beklenmedikti.
◊ Filmin sonrası biraz David Lynch biraz Haneke filmleri kafasında savrulup duruyordu. Ama Ford’un asıl arzusu sanırım Lynch gibi olmak.
◊ Filmle alakasız ama, salonda gördüğüm Sertab Erener ve Cansel Elçin’in diğer ünlülerin aksine “Bakın ben ünlüyüm” cakası satmaması pek hoştu, olgunluktu.
◊ Film aslında farklı bir intikam hikayesiydi. Ama her şeyi bir arada eleştirmeye de kalkıyordu. Mesela, güçlü olanı tercih etmenin aslında insanın hayatından ne çok şeyi götürebileceğini...
◊ Finaline birden çok yorum getirmek mümkündü. “Şöyleydi, böyleydi” diyerek. Zaten işin zevki orada. Fluluk güzeldir!
Sonuçta film, akıllı telefonu kırılan bir karakterin, “Boşver, haftaya yenisi çıkıyor nasılsa” netliğine/düzlüğüne sahip olmayı kafadan reddediyor.
Zihin bulandırmak istiyor, dürtmek ve rahatsız etmek...
Evet, bunlara ihtiyacımız var
Sinema, tiyatro ya da konser...
Birkaç gün durur, durması da gayet normal.
Daha önceki bin bombalamada da öyle oldu. Ama sonra devam etmeli.
Çünkü sinemaya, tiyatroya, konsere ihtiyacımız var.
Yoksa delireceğiz!
Bu yüzden oyunlarına, şovlarına devam etme kararı aldıklarını söyleyen Ata Demirer ve Erkan Can’ın tavrı ayakta alkışlanası.
Çünkü ortam aynı zamanda abuk ve çok uçlarda.
Anında vatan haini filan ilan edilebilirlerdi.
Oysa insanların ruh sağlığı için iyi bir şey yapıyorlar.
Televizyondaki diziler duruyor mu? Durmuyor.
O zaman tiyatrosu da, konseri de durmamalı...
Paylaş