Paylaş
Cuma günü saat 13.30 civarı. Hasköy’deki Lale Lokantası ’nın masalarına kurulmuş yerli-yabancı yaklaşık 100 kişi var.
Herkes sol eli onuruna davet edilmiş.
Telgraf Sanat’ın işbirliğiyle düzenlenen davetin içeriğini bilenler biliyor, bilmeyenler ise yanındakine fısıldıyor.
Zaten az sonra lokantaya davetlileri çağıran sanatçı Erdem Taşdelen bir konuşma yapıyor: “Bu öğle yemeği sıradan bir öğle yemeği olmayacak. Hepinizden sol elle yemek yemesini isteyeceğim . Yani aslında bir performansın parçası olacaksınız.”
“BABAMDAN YOLA ÇIKTIM”
Taşdelen neden böyle bir şeye kalkıştığını da şöyle açıklıyor: “Babam solak. Ama çocukken sağ elini kullanmaya zorlamışlar.
Sonunda sağ eliyle yazmaya başlamış. Ama diğer her şeyi sol eliyle yapmaya devam etmiş. Babamın hikayesinden yola çıkarak solaklık üzerine araştırma yapmaya başladım. Solakların yüzyılllardır maruz kaldığı sıkıntıları öğrendikten sonra böyle bir performans düzenlemek istedim. Sağlakların solakları anlayabilmesi için...”
FORMDA KALMAK İSTEYEN DENEYEBİLİR!
Peki sol elle yemek yemek zor muydu?
Hemen oturduğum masadaki davetlilerin deneyimlerini özetleyeyim:
*Bir davetli dedi ki, “Sol elle yemeye alışık olmadığımız için daha yavaş yedik. Bence sağlıklı bir şey yaptık. Ayrıca formda kalanlar solaklığı denemeli. İşe yarayacağı kesin!”
*Bir başka davetli, “En zoru bıçakla kesmekti, diğer işlemleri gayet kolay yaptım.”
*Ve gelelim benim deneyimime: Sandığımdan kolay oldu sol elle yemek deneyimi. Kaşığı sol elle tutarak mercimek çorbası da içtim sebze kebabı da yedim. O günden beri düşünüyorum: Acaba ben asimile olmuş bir solak mıyım? Sağlaklığın egemenliğine yenik mi düştüm? Hay bin düşünce bin deli soru...
Herkes kendi işine
Cuma günü köşe onlara ayrılmıştı. Ekin ve Emrullah’a yani.
Kendi aralarında alternatif bir evlilik töreni yaparak dünyaevine giren ülkenin ilk açık ‘damat-damat’ına...
Yazının yayınlandığı gün twitter ve hurriyet.com.tr’deki Sosyal Hürriyet profilimde yer alan bazı çağdışı yorumlara şöyle bir göz gezdirince bir kez daha bu iki genç insanı tebrik ettim. Kolay bir şey değil çünkü.
“İğrençler, sapkın ve hasta bunlar” diyen bir güruhun karşısında dimdik durmak, durabilmek...
Bu yüzden o günkü yazıyı “Lütfen onların dengelerini bozmayınız” diye bitirmiştim.
Bugün de o eski Ahmet Kaya şarkısının tokat gibi dizesiyle bitireyim: “Hadi sen git işine de, herkes kendi işine...”
Şehirde en son neler oldu
HANGİ PARTİ DAHA İYİYDİ?
Çarşamba gecesi sanat dünyasıyla moda dünyasının partileri kapıştı. Moda Haftası’nı düzenleyen IMG’nin partisi Bomonti’deki eski bira fabrikasında gerçekleşirken İstanbul Art News tarafından yapılan parti Nişantaşı’ndaki La Petite Maison’daydı. İki farklı partiyi kıyaslarsak: Açık ara sanat dünyasının partisi kalite ve neşe bakımından daha öndeydi.
PERİHAN MAĞDEN’Lİ PARTİ
Sanatçı Halil Altındere’nin (pek anlaşılamayan) yeni videosunun da gösterildiği Beykoz Kundura Fabrikası’ndaki parti ise 90’lı yılların tanınmış DJ’i Deniz Pınar’ın Türkçe müzikleriyle çok konuşuldu. Diğer konuşulanlar ise şöyleydi:Perihan Mağden’in partide oluşu, Altındere’nin bir önceki işinden aşina olunan Sulukuleli rap grubu Tahribad-ı İsyan’ın muhteşem performansı...
KAFALAR KARIŞTI
Açıkhava konserlerinde perşembe gecesi Ziynet Sali ve Despina Vandi ortak konseri vardı. Vandi’nin Açıkhava’da solo konser verirmiş Gibi bir havası, şahane özgüveni Sali’nin ise her telden çalan (misal: Tarkan’ın “Şıkıdım”ı, Sezen Aksu’nun “Dua”sı bile söylendi) heyecanlı kabare yıldızı havası vardı. Sonuçta: Kafalar karıştı, halden hale sürüklenildi.
Paylaş