Roma’nın o malum havuzlu meydanlarından birinde buluşuyoruz.
Farklı mesleklerden 20’ye yakın insan, ekiplere ayrılıyoruz.
Tüm ekipler kendileri için tahsis edilmiş Fiat’ın yeni modeli Bravo’ya biniyor. Teçhizatlarını gözden geçiriyor.
Nedir onlar? Bir adet polaroid makinesi, bolca polaroid film, bir adet Roma haritası kapaklı defter, ayrıca su+çikolata+sakız ve tabii en önemlisi kilometre kilometre gidilecek yolu tarif eden bir rota kitabı.
Efenim amaç şu: Her ekip belirlenen rotayı takip ederek öğleden sonra 16.00 civarı bir restoranda buluşacak.
Tabii bu rotayı takip ederken de boş durmayacak. Polaroidleriyle yaşadıklarını görüntüleyecek ve sonra da ellerindeki deftere bunu aktaracak. En acayip deftere sahip olan günün sonunda seçilecek, filan.
YERLİ KATE MOSS: FERHAN
Bizim ekip acayip: Mehveş Evin, Fiat grubundan Özgür Özel, Ferhan İstanbullu ve ben.
Diğer ekiplerde gözüme çarpan isimler ise şunlar: Modacı Bahar Korçan, takı tasarımcısı Zeynep Erol, rallici ikili Kutlu Torunlar-Kemal Merkit, dj Salih Saka...
Ama biz en iyisiyiz! Bir hava, bir gösteriş; yanımızdan geçilmiyor. Hele takımda Ferhan İstanbullu gibi bir stil abidesi varken. Ferhan bence doğuştan model. Doğal, sade, asil, her şey yani.
Galerist’in yayın yönetmeni, aynı zamanda moda yazıyor.
Modayla/o dünyada olup bitenle yakından alakalı. Ama bir trend esiri değil.
CADILAR KASABASI CALCATA
Derken yola çıkıyoruz. Motosikletli Romalıları ezmeden/çizmeden Roma dışındayız.
Hedef "cadıların kasabası" diye bilinen Calcata. 40 kilometre sonra oradayız.
Asıl mesele şu, polaroidlerle nasıl bir çekim yapacağız? Sıradan bir şey mi olacak? Aslaaa.
Hemen atılıyorum, "Arkadaşlar beş duyudan yola çıkalım. Biz altıncı duyuyu arayan fantastik bir ekip olalım. Polaroidleri de buna göre çekelim".
"Nasıl yani?" der gibi bakıyorlar. Ama ekibim neyse ki avangard, neyse ki yeniliklere açık, neyse ki saçmalıklar yapmaya müsait.
Calcata’ya varıncaya kadar on tane kare çekiyoruz ortaya karışık. Calcata’da mola veriyoruz, ki burada mola vermemek imkansız.
Çünkü Calcata bir tepenin üzerine kurulmuş, etrafı surlarla çevrili, en fazla 300 kişinin filan yaşadığı çok ama çok eski, Ortaçağ’dan kalma bir kasaba. Şimdilerde daha çok bohem tipler, sanatçılar filan yaşıyormuş burada.
Gündüzü güzel de gecesini düşünemedim şahsen. Cidden cadılar basıyor olabilir etrafı.
Bir o kadar ürkütücü bir yer.
RÜYA GİBİ: LA POSTA VECCHIA
Calcata molası sonrası ekibimiz yaratıcılıkta sınır tanımamaya başlıyor.
Yani: İş çığrından çıkıyor, kısa metrajlı film çeker gibiyiz. Arabayı sapa bir yerde durdurunca "ışık şuradan geliyor, burada çekelim", "sen şöyle bir bakış fırlat", "şimdi cinayeti işledin ve kaçıyorsun" gibi replikler havada uçuşuyor.
Çekimler bitiyor, yoruluyoruz. 40 kilometre daha tepip final mekanına ulaşıyoruz.
Final mekanı film seti adeta: 1400’lerde kurulan, daha sonra ünlü mimarlarına hostel olarak tasarlatılan, 1960’da J. Paul Getty tarafından satın alınan La Posta Vecchia.
1990 yılından beri otel olarak işletilen La Posta Vecchia denize nazır, şatovari bir yer.
Onca kilometreyi tepmeye değiyor.
Gelelim kısa metrajlı bir filmi andıran polaroid çekimlerimize... "Altıncı Duyunun Peşindeki Dört Kişi" adlı şahane eserimizde cinayet, aşk, entrika ve zaman zaman da Thelma&Louise filmine referanslar söz konusuydu.
Ve filmin sonunda bu dört kişi altıncı duyunun adını şöyle koydu: Kötülük!
Onca güzel yollardan geç, nefis yerlerde mola ver, radyodan İtalyanca pop filan dinleyip coş ve geldiğin nokta bu olsun.
Valla olağan şüpheliyiz hepimiz, ne diyeyim.
Ve Cafe Marmara dönemi resmen bitti
Evet bir dönem kapandı. 1993’ten beri hizmet veren, yazar-çizer takımının, AKM’de gösteriye çıkan müzisyenlerin/oyuncuların ve zamanında Beyoğlu’nda yabancı bir lisede okumuşların büyüdükten sonra uğramadan yapamadıkları İstanbul’un ilk kafelerinden Cafe Marmara artık yok.
Birkaç gündür Cafe Marmara’nın yerinde gayet ışıltılı bir başka kafe var: Kitchenette.
Yani artık iyi mi yoksa kötü mü oldu, neden eski olan korunamadı diye dövünmenin manası yok. Cafe Marmara anılarda kaldı.
Ama emin olun çabuk unutulacak, Kitchenette’e ayaklar alışacak.
Sadece Cafe Marmara’nın esas müdavimleri belli bir süre bu duruma alışamayacak.
Çünkü Kitchenette’e gittim bir öğle vakti. Çok farklı bir kitle vardı. Daha genç, daha iş dünyası, daha beyaz Türkler.
Yani Taksim Meydanı’nın göbeğinde görmeye alışık olmadığınız insanlar. Mesela bir masada sosyete sayfalarının meşhur simaları:
Tarkan Sualp ve Can Akçay.
Kitchenette’le beraber yeni bir kitle de geldi/geliyor Taksim Meydanı’na.
Eski Cafe Marmara’cılar bu duruma ilk başta kıl olabilir.
Bu arada, The Marmara’nın içine öyle sonradan monte edilmiş, sıfır kilometre bir vaziyette duruyor ki Kitchenette, oteli şimdilik sollamış gibi.
Şimdilik diyorum, çünkü duyduğum kadarıyla The Marmara’nın içi de yeniliklerden nasibini alacak.