Sıkça söylediğim şeylerden biridir dost meclisinde: "Ya zaman hızlandı ya da zamanı algılayış biçimimiz". Çünkü daha dün gibi 2000’e girişimiz. Milenyum kutlamaları yapışımız.
Oysa aradan koskoca altı yıl geçti. Göz açıp kapayıncaya kadar. Bu altı yıl içinde fena halde değişen tek şey iklimler oldu galiba.
Zamanın hızlanması gibi iklimler de birbirine girdi. Hoşaf bir durum söz konusu atmosferde. Neyse ki havalar biraz soğudu, kış tadına girildi ve işte yılbaşından önceki son hafta sonu şehirde olup bitenin kısa özeti. Yani epeydir yapmadığım, "nasıl geçti habersiz" mevzusu...
Perşembeyi de hafta sonundan saydığım için oradan başlıyorum.
Önce Seyhan Özdemir ve Sefer Çağlar’ın tasarım şirketi Autoban’ın Tünel’de açılan galerisi şerefine verilen mini parti. Wallpaper tescilli iki tasarımcının galeri mekanı o kadar güzel bir yerde ki, burası nefis bir kafe olurmuş aslında.
"Bay Lucca" Cem Mirap’ı orada görünce hemen söyledim bunu tabii. Meğer onun da aklına gelmiş, ama okula yakınlığı dolayısıyla imkansızmış kafe yapmak.
Merak edene, Autoban Galeri Ansen Suit ve Pera Thai’nin olduğu sırada...
Autoban’dan sonra fotoğrafçı Lara Sayılgan’ın partisine zıplandı. Bebek’teki eski Salopet’in olduğu mekanda (yeni adı Tiny) yapılan partide haliyle bolca sıfır beden manken, moda editörü ve dergici vardı. Güzide Duran’ı gördüm bir ara. Tam içeri girmek üzereyken de Demet Akalın ve eski eşi/yeni sevgilisi Oğuz Kayhan’ı.
Galiba son çözüm bu: Boşanıp aşk tazelemek (şimdi böyle yazınca, topluma boşanmayı empoze etmiş mi oluyorum?). Gelelim cumaya... Tek mekanla sınırlı kaldım. Çünkü Moda Teras’takiler içimdeki dj canavarını ortaya çıkardı. Misafir dj’lik filan derken gece boyu ortaya karışık her telden, her dönemden bir şeyler çaldığımı anımsıyorum. Herhalde insanların kafası epey karışmıştır.
Gerçi mutlu mesut dans eden de vardı. Mesela Didem Erol. Boney M’den Daddy Cool’u çalınca ekstra sevindi kendisi. Meğer yanında babası varmış, şarkı denk düşmüş gecenin önemine...
Cumartesi gecesinin olayı ise Elhamra’ydı. Galatasaray’daki Elhamra Sineması o kadar eski bir yer ki... Tarihi 1800’lü yıllara kadar uzanıyor. Zamanında Beyoğlu’nun gözde eğlence yeri olan, sonradan sinemaya dönüşen, hatta Atatürk’ün de tercih ettiği sinema olarak nam salan Elhamra, seksenli yıllarla birlikte "iki film birden" kuşağına geçiş yapmıştı malum.
Doksanların sonunda yaşanan yangın sonrası ise kaderine terk edilmişti.
Ta ki birileri burayı keşfedip kulüp yapmayı akıl edene kadar... Hafta sonu şaşaalı bir şekilde açılan Elhamra’ya hem İstiklal Caddesi’nden hem de Tepebaşı’ndan giriş var. Nitekim Tepebaşı’ndaki girişi görmemek mümkün değil. Çünkü kaldırımdan kapıya kadar kırmızı halı döşemişler. Halının yanlarına ise kırmızı kurdeleli küçük Roma sütunları koymuşlar! Vaziyet kitsch ötesiydi amaiyi niyeti elden bırakmayıp içeri girdik.
Üstelik yanımda seks filmleri oynattığı dönemde Elhamra’ya gelmiş bir arkadaşım vardı. Geçmiş erotik dönemin rehberi yani.
Sürekli şöyle diyen bir rehber: "Ah işte burada koltuklar vardı, filmleri şu perdeden izlerdik". Tuğba Özay’ın işletmeci olarak adının geçtiği Elhamra’nın içi hakikaten şahane. Özellikle tepeden sarkan görkemli avizesi ve localara çıkan merdivenlerin şıkırtılı korkulukları...
Son olarak, iki arada bir derede "Etiler usulü canlı müziğin Beyoğlu versiyonu" diye tarif edersem ne tarz bir yer olduğunu az çok anlayacağınız Club Cupes’e de uğrandı. Tamamen arkadaş sürüklemesiyle... Orada ilginç bir manzara gördüm neyse ki, hemen aktarayım. Emre Akım adlı şarkıcı şarkısını söylerken bir masaya seslendi: "Siz neyi kutluyordunuz?" diye. Kalabalık masa yanıt verdi: "Nişan, nişan!".
Nişan sonrası mekana eğlenmeye gelen masanın asıl ilgimi çeken yanı, anne-kız olduğunu tahmin ettiğim iki türbanlı kadındı.
Her ikisi de Emre’nin söylediği şarkılara bir güzel eşlik ettiler. Ve gözlerim yanıltmıyorsa eğer, hep kola içtiler.