Köpek balığı aracıyla adaya çıkan Acun’un sırrı

Tam da 1800’ler Londra’sında geçen bir kostümlü hoşluğa, tıpkı “Hollywood” adlı yapımda olduğu gibi tarihi kendine göre yazmayı tercih etmiş bir tatlı su drama batağına, yani Bridgerton diyarına kendimi kaptırmışken gördüm:

Haberin Devamı

Acun, köpek balığına benzeyen, daha önce hiç görmediğim bir deniz aracıyla Survivor adasına doğru bata çıka yol alıyordu.

Malum, Acun da bizim buraların dizi karakteri.

Aşırı gerçek üstü bir hayat yaşamasına rağmen asla yadırganmamayı başarmış tek insan.

Sürat yapan deniz araçlarına tutkusu da malum.

İki yıl önce La Boucherie’deki şovunda Eser Yenenler anlatmıştı.

Bodrum’da Acun ve tüm PlayStation arkadaşları bir anda Yunan adası Leros’a gitmeye karar vermişler.

Bir PlayStation turnuvasına katılmak için filan herhalde.

Orası meçhul.

Neyse, Acun’un sürat teknesiyle çok kısa sürede (herhalde yarım saat filan) adaya varmışlar, akşam saat 18.00 gibi.

Lakin adaya varır varmaz “Akşam İstanbul’da maç var, gitmemiz lazım” demiş Acun.

Bodrum’a dönüp uçağa binmişler. Saat 20.00 civarı da İstanbul’dalarmış.

Haberin Devamı

“Akşam 6’da adada, iki saat sonra İstanbul’da maçtaydık” diye şaşkınlığını anlatıyordu o akşam Yenenler.

O günden bugüne değişen bir şey yok gibi görünüyor.

İnsan beş aylıkken neyse, 50’sinde de o.

Acun’un bir sonraki Survivor adasına kendisini roketle fırlatıyor olmasına ne biz ne de kendisi şaşırır bu yüzden.

Ya da adayı satın almasına.

Hatta ve hatta sırf çekim için yapay bir ada oluşturmasına.

Galiba her daim en büyük, en çılgın, en hızlı şeylerin peşinde koşmanın verdiği bitmeyen coşkulu çocuksuluk, Acun’u memleket koridorlarında sahici kılan yegane kozmik unsur.

Kimse onun gösteriş yaptığını düşünmüyor.

Sanki 15 yaşındaki sivilceli ergen çocuğu o köpek balığı aracını kullanıyormuş gibi seviniyor, “Helal be!” diyerek.

Olay hep aynı siyah tişört ve parmak arası terlik giymekte değil yani.

Kapılmışım algoritma ırmağına...

WhatsApp’ın kurallarını kabul edip geçtim tabii ki. Çünkü dijital kölelik ne Telegram’a ne de Signal’a geçmekle son bulmuyor.
Uğramasan da bakmasan da, çoktandır vefat ilanı dükkânına dönüşmüş bir Facebook hesabın hâlâ var mı, var. Instagram’da hayatını ucundan kıyısından ya da en ortasından seriyor musun gözler önüne, evet.
Twitter’da her gün bir başka esprili fikrini ya da sosyal sorumluluk tweet’ini paylaşıyor musun, tabii ki.
YouTube’da, TikTok’ta ve diğer başka mecralarda da ayak izin var mı?
Elbette.
O zaman “İfşa mı oluruz” diye coşmak manasız.
Çünkü çoktan ifşa olmuşuz zaten.
Veri okyanusunun minik damlaları, algoritma ırmağının akıntıya kapılmışları olarak...

Haberin Devamı

Bu işlerin yeri önce sanat galerisidir

Berrak Tüzünataç’ın “bla bla” yazılı pozlarında zirve tüm vücut olarak son buldu.

“Özgürlüğün doğuşu” adlı bu poz, Burcu Karademir ve Esra Gülmen işiymiş.

Gel gör ki bu işin Instagram hesabında yayınlanması ne yazık ki olayı sadece Berrak’ın vücuduna indirgedi, onu söylemeden geçemem.

Özellikle kadınlar sadece Berrak’ın bedeninin ne kadar fit olduğunu konuştu.

Tam “bla, bla, bla” oldu yani.

Belki hedeflenen, eleştirilmek istenen de buydu, bilemiyorum.

Ama bence böyle işlerin yeri önce bir sanat galerisidir. Sonra Instagram’dır.

Prömiyer Instagram’da yapılınca sadece bedeni konuşuldu.
Köpek balığı aracıyla  adaya çıkan Acun’un sırrı

 

Yazarın Tüm Yazıları