Yabancı dizilerde ikide bir söylenen, bizim de sıkça kullandığımız o meşhur “kendine iyi bak” repliği fena halde gerçek oldu.
Herkes fiziğine/kilosuna/kaslarına, özetle nasıl göründüğüne çok dikkat ediyor. Yoksa bu kadar çok spor salonu ya da bildik tabiriyle gym’ler peşi sıra açılır mıydı? Ve işte baharla birlikte yeni bir “kendine iyi bakma” sezonu açıldı. Eskiden sadece kadınlar bu telaşa girerlerdi. Yazın plajlarda daha hoş gözükebilmek için. şimdi erkeklerde de aynı telaş var. Hatta belki kadınlardan daha çok... Aslında sadece kendine iyi bakmak için gidilmiyor spor salonlarına. Başkalarına bakmak için de gidiliyor. Çünkü içinde her tür lüksü ve egzersiz olanağını barındıran gym’ler, yetişkinlerin akşamüstü sosyalleşme kreşi haline geldi. Seksi misal: Yan kardiyoda tanışılan biriyle başlayan kalori arkadaşlığı çoğu zaman yatakta bitebiliyor (daha çok kalori harcamak için). Spor salonlarının yeni biriyle tanışmak için en kestirme çözüm olduğu epeydir bilinen şehir inceliklerinden biri zaten... Nitekim zamanında ünlü bir şarkıcının da spor hocasına çok aşık olduğu ama dönemin güçlü adamlarından biri olan kocasının bu ilişkiyi duyar duymaz spor hocasını bu planetten, pardon şehirden şutladığı anlatılır (dost meclislerinde, kuşaktan kuşağa). Spor salonlarına üye olmak aynı zamanda bir yaşam tarzının içine kabul edilmek, hatta statü atlamakla neredeyse eşdeğer (reklamlarında sıklıkla “yaşam alanı” lafını boşuna kullanmıyorlar). Ya da tam tersi: Aynı kulvarda koşturanları bir araya getiren bir “fit” sığınak gym’ler. Durum budur yani. şehrin dört bir yanı gym’sel ilişkilerle sarılmaktadır. Bu ahval ve şerait içinde gösterilen refleks de az çok bellidir: Acilen bir yerlere üye olmak, kendini iyi hissetmek, kendine (ölesiye) bakmak, kendinde takılmak. Hatta orada (dona)kalmak. Belli bir kaloride tabii...
Gece hayatı anayasası
Gece hayatına dair ilk kural şu: Herkes birbirini bir yerlerden anımsar gece hayatında. Ama nereden olduğu pek anımsanmaz. Çok da sorgulanmaz. Bu yazılmamış bir kural gibidir. Gündüzler nasıl akarsu yatağı belli olan nehirler gibiyse, geceler tam tersidir işte: şelaleden aşağı cumburlop... Bir şeyler hatırlasanız bile önceki geceye dair, aslında hatırlamak istemiyorsunuzdur. Gece sarktığınız ya da türlü delilikler yaptığınız biriyle, gündüz karşılaşın bakalım ne oluyor? Ya karşılıklı kafalar başka yöne çevrilir ya da en fazla çekingen bir ses tonuyla, “Gece biraz coştuk galiba” der geçilir. Ama gece hayatı bağımlısı olanlar için olayın albenisi burada yatar zaten. Hatırlamamak. Gece hayatı anayasası devam edecek, daha neler yazacağız (elbirliğiyle), bekleyin efenim...
Bir trend olarak ‘bekarlık’
Herhalde tüm bekarların ya da birbirine tahammül edebilen bekarların hayalidir ve her yemekte/partide/ofiste dillendirilir: “Arkadaşlar toplanıp bir apartman satın alalım, hep beraber orada yaşayalım.” Güzel temenni tabii. Ama ne tuhaftır ki bu hayalin özünde bile yalnız kalamamak var. Yani bekar olsan da, durumundan mesut olsan da yalnız kalamıyorsun. Yaş aldıkça, eğer yanında bir hayat arkadaşın filan yoksa cemaatini yanında istiyorsun. Ki ansızın göçüp gidersen bu dünyadan, cesedini bir hafta sonra evden gelen kokular üzerine bulmasın senden bihaber komşuların. Arkadaşların bulsun sıcak sıcak, dumanı tüterken... En azından. Nereden esti bu konu? şuradan... A History of Single Life/Bekar Hayatın Tarihi kitabının yazarı Ken Mondschein’a göre artık en çok tüketen bekarlar olduğu için onlar gözdeymiş. Dizi/film/şarkı/türkü treniyle bekar hayatın özendirilmesi bu yüzdenmiş. Doğrudur; bekar kişinin seyahat etmeye, parasını harcamaya, eğlenmeye, her tip ıvır zıvıra vakti çok tabii. Kafelerin mantar misali çoğalması da bekar hayatın popülerleşmesinden dolayı bana kalırsa. Çünkü ancak bekar adam/kadın, kafede/barda yemek yer/içer ve orada saatlerce pinekler. Peki Türkiyeli bekar adam/kadın başka ne yapar? Katkılarınızı bekliyorum sevgili (sessiz çoğunluk) bekar cemaat...